Yıllar öncesi. Paris’e varışımın ilk haftaları. Marais bölgesinde bir rezidansta kalıyorum. Şehrin keyfini sürmenin tam zamanı diyecekken çok ciddi kasık ağrıları peşimi bırakmıyor. Doktora gidiyorum, birkaç ağrı kesici veriyor ama tık yok. Bir gece yarısı yine dayanılmaz ağrıyla kıvranırken bölgedeki hastahanenin acil servisine gitmeye karar veriyorum. İnanılmaz yoğun bir gece. Bıçaklanan adamlar, inleyen yaşlılar… Biraz bekliyor, sıram gelince içeri alınıyorum. Tansiyonum ölçülüyor, kan alınıp tahlillerim yapılıyor, mide-bağırsak röntgenlerim çekiliyor. Reçete yazılıyor, “borcum ne?” dediğimde “hiçbir şey” deniyor ve uğurlanıyorum! Fransız sağlık sistemiyle ilk tanışmam böyle başlıyor.
Günümüzde Fransız Sosyal Güvenlik Kurumu Sécurité Sociale (SECU) çok büyük bütçe açığıyla savaşmakta. Bu nedenle yavaş yavaş kazanılmış haklar kaybediliyor, hasta katkı payı arttırılıyor, önce aile doktorunuzdan geçmeden mütahassısa giderseniz daha fazla ödeme yapıyorsunuz. Ama herşeye rağmen Fransa’nın sağlık sisteminin halen Avrupa’daki en iyi sistemlerden biri olduğu kabul ediliyor.
Savaş sonrası 1945’de Charles de Gaulle tarafından sosyal barışı sağlamak amacıyla kurulan SECU, hayat standardını yükselten bir sistem olarak tüm Fransız vatandaşlarına sağlık, emeklilik ve işsizlik haklarından faydalanma şansı tanımakta, üstelik aile yardımı, okul yardımı, kreş hatta yaz kampları bile devlet ödeneğiyle çalışmakta.
Sistemin işleyişi oldukça pratik: Carte Vitale adlı kartınızı doktorda, hastanede, laboratuarda, eczanede kullanıyorsunuz. Sisteme kayıtlı bilgileriniz sayesinde ücret ödemeden bir kısmı sosyal sigortalar, kalanı da varsa özel sigortadan tahsil ediliyor. Kanser, şeker, kalp hastalıkları gibi uzun soluklu hastalıklarda tüm harcamalar SECU tarafından karşılanıyor.
Tabii her sistemde açıklar var, kötüye kullananlar var. Kimi aile doktorları hastanın her istediği ilacı çok fazla sorgu, sual etmeden yazmaya alışmış. Hastalarına romatizma için uzun masaj, hatta SPA seansları yazanlar, basit rahatsızlıklarda ‘arrêt maladie’(rapor) verip günlerce iş kaybına neden olanlar var. Geçen aylarda bir gazetecinin yaptığı araştırma büyük yankı uyandırdı: Hasta olmadığı halde ‘boğazım ağrıyor’ şikayetiyle 50 doktor gezen hanım gazeteciye, gittiği doktorların yüzde 52’si tarafından antibiyotik yazıldı! Avrupa’da en çok antibiyotik, antienflamatuar ve antidepresan kullanan millet Fransızlar; ortalama ilaç kullanımı Hollanda’da kişi başına yılda dokuz kutu iken Fransa’da 50 kutu!
Yıllar önce bir grup arkadaşımla L’Ile des Impressionistes (Empresyonist Ressamlar Adası)’de geziyoruz. “Ressamların, bu rüya bölgedeki güzelliklerden ilham almaları hiç şaşırtıcı değil” dedirten nefis nehir manzarasını seyrederken arkadaşlarımın birinin cep telefonu çalıyor, açıyor. Arayan SAMU-15 Acil Servis telefon numarası! “Bizi aramışsınız, nasıl yardımcı olabiliriz?” diyorlar. Kızcağız şaşırıyor, “ben aramadım,” diye kekeliyor. Telefonun diğer ucundaki ses “İyiyseniz sorun değil ama numaranızı görünce herşeyin yolunda olduğundan emin olmak istedik,” diyor. Sonradan anlaşılıyor ki arkadaşım cep telefonuna 15’i kaydetmiş ve istemeden telefon otomatik numarayı aramış. Bu hassas ilgi anılarımda yer etti tabii.
Geçen hafta Chatelet Meydanı’nda tiyatroya yürürken acı acı siren sesleri durmak bilmedi. Bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyor, trafik keşmekeş olmuş, belediye otobüsü yolu tıkamış, ambulans ilerleyemiyor. İçinden sağlık ekibi indi, trafiği açmaya çalıştı, ambulans kaldırıma çıkıp yoluna devam etmek istedi ama ne mümkün… İçerideki hastanın her dakikası yaşam-ölüm mücadelesi diyeceğiz ki baktık içeride hasta yok, tüm ekip gerekli malzemeleri yüklenip o yağmur altında aceleyle çağrıldıkları adrese koşmaya başladılar. Bazı meslek dallarında özveri inanılmaz boyutlarda… Etraftaki biz yayalar canı gönülden hepsini alkışladık, umarım hayat kurtarmaya yetişebilmişlerdir.
Eczanelerde ise iş biraz daha karmaşık. Paris içinde 7 gün, 24 saat çalışan birkaç eczane var. Gece saat 24’e kadar çalışan eczaneler sayıca biraz daha fazla ama bu saatler dışında ya da daha küçük yerleşimlerde yaşıyorsanız nöbetçi eczane kavramı yok. İlaca ihtiyacınız varsa eczaneye değil komiserliğe, karakola gidiyorsunuz! Niye demeyin. Polis merkezinde o gece nöbetçi olan eczanelerin listesi bulunuyor ve genelde polis eşliğinde eczane açtırtılıyor, böylece ihtiyacınız olan ilaçları satın alabiliyorsunuz.
İtfaiye teşkilatı Sapeur Pompiers halkın gözbebeği olmuş, çok sevilen, hayranlık duyulan bir örgüt. Verilere göre itfaiyecinin yüzde 80’i gönüllü- yanlış okumadınız- yüzde seksen! Gönüllü olmak için 16-55 yaş arası, fiziksel olarak yeterli ve temiz adli sicil kaydına sahip olmak gerek. Ekibin yüzde 50’si 35 yaşın altında, yüzde 10’u kadın. Yangınların yanı sıra patlamalar, gaz kaçakları, doğal afetler, kazalara müdahale ediyorlar. Doktor, veteriner, hemşire ve eczacılardan oluşan sağlık ekipleri de bizim Hızır Acilciler gibi yaralanma, hastalanma, boğulma, zehirlenme gibi olaylarda hemen akla gelen 11.000 kişilik bir birim, yine çoğu gönüllü. Her hafta düzenledikleri bilgi toplantıları ve eğitimleri ile 10-18 yaş arası çocuklara mesleklerinin inceliklerini öğretiyorlar. Hem küçük yaştan gönüllü ordularının temelini atıyor hem de gençlere disiplin ve vatandaşlık bilincini aşılıyorlar.
Paris İtfaiyesi’nin durumu ise biraz farklı. 1811 yılında I.Napolyon Avusturya Büyükelçiliği’nde kendisinin de katıldığı bir baloda çıkan yangın ertesi kurar. Paris ve çevresinde 9.000’e yakın itfaiyeci var, hepsi Fransız ordusu mensubu ve Savunma Bakanlığına bağlı görev yapıyor. Her yıl 14 Temmuz haftası geleneksel İtfaiyeciler Balosu kapsamında kışlalarını halka açıp akşam 21.00’den sabahın erken saatlerine kadar eğlence düzenliyorlar. Hanımların yakışıklı itfaiyecilerle fotoğraf çektirmek ya da dansetmek için sıra bekledikleri, hatta aralarında kavga ettikleri söyleniyor. Ben söyleyenlerin yalancısıyım!
Médecins Sans Frontières (MSF)-Sınır Tanımayan Doktorlar ise 1971 yılında idealist doktor (geçmiş dönem Dışişleri Bakanı) Bernard Kouchner tarafından kurulan bağımsız, tarafsız dernek tamamen gönüllülerden oluşuyor ve dünyanın dört bir yanında, Darfur’dan Angola’ya, Rwanda’dan Etyopya’ya etnik, politik ve dini ayırım yapmaksızın açlık, salgın hastalık, doğal afet gibi insanlık dramlarında yardım ellerini uzatıyorlar. Sağlık sektörü son yıllarda ne kadar ticarete dönüştü diyorsak da böyle gönülden mesleklerine bağlı olup karşılıksız hatta kendi yaşamlarını bile tehlikeye atan insanlara şapka çıkartmak gerekiyor.