David OJALVO
2012 sonbaharında Şalom Dergi için Amerikalı yazar Katharine Branning ile ‘Bir Çay Daha Lütfen’ adlı kitabına dair bir söyleşi gerçekleştirmiştim. Yazarın Türkiye gezilerini, izlenimlerini Osmanlı Devleti’ne 18. yüzyılda gelen bir diplomatın eşi Lady Mary’e mektup yazarak aktarması kitaba ayrı bir özgünlük kazandırmıştı. Sayfalar arasında Türk misafirperverliği ve ülkemizin dört bir yanında içilen çaylar, kitaba adını vermişti. Böylelikle Katharine Branning Türk çayının, çayın temsilcisi oluverdi. Kendisine fahri Rize hemşeriliği verildi, Çaykur’un düzenlediği yarışmada jüri üyeliği yaptığı, Müslüm Gürses ile reklâm filmlerinde oynadı ve internette izleyebileceğimiz, Türk kültürü ve Türk çayını anlatan muhteşem bir konuşma gerçekleştirdi. Selçuklu Dönemini büyük ilgi duyan yazarın bu yönde kültür bakanlığı ile ayrıca çalışmaları bulunmakta.
‘Bir Çay Daha Lütfen’i’ Hakkâri’de okumuştum ve ardından Katharine Hanım’la yazışmalarımız başladı. 2012 sonbaharında anlamlı buluşmamız Gülhane Parkı’nda gerçekleşmiş ve sohbetimiz Sarayburnu’ndaki çay bahçesinde devam etmişti. Son dönemde çay tutkum alevlendi ve bu böylelikle New York’taki dostumu düşünüyorum. Onun gözlerinden bir bardak çaya bakmaya çalışıyorum; ama bu biraz zor. Kendisi, gerçekleştirdiği yolcuklardan, keşiflerden, çalışmalardan, hayat deneyiminden ayrı bir lezzet katılıyordur çaya. Böylelikle önümüzde yılların, yaşanacakların çaya katabileceği apayrı bir lezzet olabileceğini görüyorum. Çayın, yalnız veya başkalarıyla birlikte olalım, ayrı bir dostluğu varmış. Son günlerdeki hislerim bu yönde.
***
Çayı çocukluğundan beri çok severim. Babamın özel olarak aldığı ve demlediği ceylan çayları ile lezzet damağıma yerleşmeye başladı denilebilir.
Bazılarımız poşet çayı sevmez ve demliğin esas olduğu konusunda onlara hak veririm. Yine de poşet çayı anneannemin evinde tanıdım ilkin. Zarfı, çay yapraklarının inceliği, yaprakları saran kâğıdın küçücük gözenekleri ve zarif ipi ile sallama çaydan da ayrı bir keyif almayı öğrendim.
Üniversite yıllarımda ağırlıklı olarak okuduğum Rus edebiyatı, sonrasında Sait Faik öykülerinde semaver ile yakınlaştım. Erzurum’da kaldığım iki günün anısı, semaverin tadıyla özdeşleşti biraz da. Hatta kelimelerin gücünü, yazma sürecini çayın demlenmesine benzetmeye, bu benzetmeden ilham almaya başladım.
Nice misafirlikte, nice yemeğin sonrasında, nice molada çay mütevazı bir baş tacı… Coğrafyada derslerinde Rize’nin yağmuru, çayı ile vurgulanması ve zorunlu hizmette kendimi Çamlıhemşin’de bulmam kaderin saklı esprilerinden biri miydi? Bu şekilde yorumlamak istedikten sonra, neden olmasın… 2009’dan 2011’e çay tarlalarını keyifle izledim, başta değerli komşularım Albay ailesinde, erken gelen kış akşamlarında, demlik demlik bitirdiğimiz çayların, sohbetlerin tadı damağımda…
Vazgeçilmezim bergamot aroması, Earl Grey çayın ta kendisidir. İnce belli cam bardaklar, her nedense, porselen fincana göre hep daha iyi tat vermişlerdir. Biraz şımardım da. İyi çay demlemenin püf noktalarından biri içilebilir su kullanmak, kaliteli yapraklar seçmek. Çayın başkentinde detayları da benimsedim, elimde değil…
Son günlerde yorgunluk çayı iyi geliyor. Dinlenmenin, çalışmanın haklı bir ödülü haline geldiği şu dönemde, çay ruha dokunuyor. Böylelikle çay, görkemine görkem katıyor.
***
Şehrin, gündemin, gürültünün ortasında insan ruhuna yer açmalı. Muhabbetin koyusu yoksa da, çayın dili var. Kendinize zaman ayırıp, sakince oturabildiğinizde bir çay söyleyin. Yaprakları, demi ve ince belli bardağı ile tam kararında bir çay. Bardak da, olabildiğince keyif ve huzurla dolsun.