Bu hafta önce Passolig kartı uygulaması ile ilgili eleştirel yazı yazarım diye düşünüyordum. Ancak konuyu biraz etraflı düşününce Passolig’i eleştirmenin elektronik uçak biletini eleştirmek kadar gereksiz olduğunu, zaten her şeyin kayıt altında olduğu bir dünyada Don Kişot’un elinde sopası korkusuzca yel değirmenlerine saldırmasından farksız olduğunu idrak ettim. Ne de olsa artık araçla yol alırken OGS, telefon kullanırken Telekom, bankacılık işlemi yaparken de yetkisi olan herkes tarafından kayıt altına alınıyoruz. Fişlenmek olarak gördüğümüz olay aslında şeffaflaşan ve kolaylaşan dünyanın bir uzantısı. Yani artık maça eşlerinden gizlice gitmeyi düşünenler üzülse de, Maliye ve İçişleri tarafından gözlenme konusunda çok yeni bir sıkıntı eklenmiş değil hayatımıza.
Konuyu bu kadar çabuk kabullendikten sonra aklıma başkanlık sistemini tartışmak geldi. ABD hariç bazı Latin Amerika ülkelerinde ve Filipinler’de uygulamaları görülse de yine de başarılı tek uygulamanın ABD olduğu aşikâr. ABD hariç uygulamalar genelde tek adam rejiminin kurumsallaşmasından ileri gitmemiş. Başarının ardında çok nadir bir araya gelecek sadece Amerika’ya özgü pek çok kriter var.
Başkanlık sistemi bir oy bile fazla alan adayın başa geçmesine olanak veriyor. Amerika’da kendi adayı seçilmeyen halk çok ezik ve yenilmiş hissetmiyor. Zira partiler arası ideolojik mesafe epey dar. Zaten hepi topu iki parti var. Demokratlar ve Cumhuriyetçiler. Bu yapılanmada üçüncü parti yasak gibi algılanmasın; kampanya çalışmalarının finansal büyüklüğü ve salt çoğunluğun kazanması gibi etkenler üçüncü bir partiyi taşıyamıyor. İdeolojik mesafe merkez sağ ve merkez sol arasında çok cüzi. Hatta coğrafi bölgelere göre politik görüşlerle ilgili espriler bile yapılır. Güneyin Demokrat adayı kuzeyin Cumhuriyetçi adayından daha cumhuriyetçidir gibi…
Başka önemli faktörler de var, en önemlisi ABD’nin eyaletlerden oluşması, bu eyaletlerin kendi yasalarını yapıp uyguluyor olması. Dolayısı ile Başkan’ın merkezi bir yönetimle istediği yasayı yapma ve istediği şekilde yürütmeyi uygulama imkânı olamıyor. Bazı eyaletlerde ölüm cezası varken diğerlerinde araba kullanma yaşı 16’ya kadar inebiliyor. Ve bir önemli faktör de Amerika’nın kültürel yapısında yer etmiş olan istişare geleneği. Yani, ABD’deki yerleşmiş demokrasi anlayışı, sistemi yürür hale getiriyor.
Bir diğer faktör de yasama yürütme ve yargı organlarının tamamen ayrık olması ve görev sürelerinin aynı anda bitip başlamaması. Başkanlığı dengeleyen bütün bu yapılar işin içinde olmayınca ortaya bir çeşit seçilmiş tek adam uygulaması kalır. Yani demokrasi arayışının tersine olay despotizme dönüşebilir.
Parlamenter rejimlerde erken seçim esnekliği vardır. Bu da istikrar sorununa yol açar. Ancak başkanlık sistemlerinde de iktidarın kişiselleşmesi ve kutuplara bölünmüş ülkeyi adil yönetememe sorunları baş gösterir.
Kısacası Türkiye’nin siyasi geçmişine toplumsal yapısına ve güncel kutuplaşmaya bakınca parlamenter rejimde kalınması daha mantıklı görünüyor.