“Kitap yakmaktan daha kötü suçlar vardır. Bunlardan biri de kitap okumamaktır.” Ray Bradbury’nin cümlesi yazılı Orhan Tüleylioğlu’nun ‘Yalnız Kitap’ının arka kapağında. Yalnız bırakmıyor, suça ortak oluyorum; Bradbury’nin işaret ettiğine değil, onurlu bir yazarın güzel suçuna. En hızlı toplatılıp hamur edilen kitaptan meydan okuyan kitaba, sarhoş eden kitaptan asılacak kitaba bir yolculuktayım artık. Susan Sontag’layım örneğin: “İki kez okumaya değmeyen bir kitap, bir kez okumaya da değmez.” Virginia Woolf’un ‘Kitap Nasıl Okunmalıdır?’ adlı denemesindeyim: “Okumak, görmekten çok daha uzun, çok daha karmaşık bir süreçtir. Okuma tortusunun dibe çökmesini bekleyin, çatışmanın ve sorgulamanın dinmesini; yürüyün, konuşun, bir gülün kuru yapraklarını temizleyin ya da yatıp uyuyun. Sonra ansızın kitap geri dönecektir, ama değişik biçimde; usun en üstüne bir bütün olarak çıkacaktır. Ve kitap, bir bütün olarak okuma anında ayrı ayrı tümceler biçiminde alımlanan kitaptan başkadır.”
“Yürüyün, konuşun, bir gülün kuru yapraklarını temizleyin” öğüdüne uyuyorum Woolf’un. Yürüyorum, her zaman çok sevdiğim o uzun yürüyüşlerden biri. Robert Walser ile söyleşiyorum yürürken. Kafamda şakıyıp duran onlarca kuştan bir kuş Walser, belleğin derinliklerinden çıkıp gelen cümlesiyle: “Yürümek, insanın kendinden sıyrılıp merhamet ve yakınlık duygusuyla dolmasına yol açar.” Chavez’in Obama’ya armağan ettiği kitap geliyor hatırıma: Eduardo Galeano’dan ‘Latin Amerika’nın Kesik Damarları’… Okumuş mudur Obama, yoksa danışmanları özet mi çıkarmışlardır, bir ya da iki sayfalık ‘başkanlık’ özeti? “Bana çabucak geometri öğret” diyen krala, “Geometride krallara mahsus bir yol yoktur” demiyor muydu Öklid? “Özetlenemez sözler bulmalı dünyaya” diyen bir şair de vardı, hatırlıyorum.
‘Yalnız Kitap’taki bir cümlede aklım, ona dönüyorum sürekli: “Televizyon okuma-yazma kültürünü genişletmez, tersine, okuma-yazma kültürüne saldırır; herhangi bir şeyin devamıysa eğer, matbaanın değil telgraf ile başlattığı geleneğin devamıdır.”
İlk kez dua ediyorum ömrümde, tersten bir şair duası. Tersten, zira dümdüz yazılıp okunduğunda sözcükler titretmiyor kalbimizi artık. Tersten, zira nasılsa bu gidişle milyonlarca insan, sözcükleri anlamlarından büsbütün koparan birtakım adamların alacakları kararlar sonucu ölecek, bir dua bile mırıldandığı duyulmayacak arkalarından: “Mirved, riiş, kşa inay, kamuko inay, külrügzö atşab ne namaz reh.”
1970’lerde on dört bin kitapçı varmış Türkiye’de. Ben çocukken böyle bir ülkem varmış benim, çalmışlar. Kalan üç yüz kadar kitapçıda aradığı nitelikli yapıtları bulamadığı bir ülkeyi oğluna miras bırakacak bir baba yapmışlar benden. “Kadıköy’e ineyim” diyorum kendi kendime, “sahaflara, küçük kitapçılara, zamanın ruhuna aykırı bir yavaşlıkla kitap tozu solurken rastlaşılacak bir ‘Molloy’a, bir Eyüboğlu çevirisine, değeri bilinmemiş bir imzalı kitaba, şiire, aşka…”
Bob Dylan söylüyor bir yandan, kara bir kitabın karanlık bir cümlesini fısıldar gibi: “It’s not dark yet, but it’s getting there.”