“Yazmaya nasıl zaman buluyorsun?”
Bu soru değişik zamanlarda ve farklı kişilerce bana soruluyor. Geçen gün yine yolda karşılaştığım bir arkadaşım, yazılarımı izlediğini ve beğendiğini söyledikten sonra aynı soruyu yöneltti. Kuşkusuz yalnızca onunla ilgili değil, genel olarak düşünüyorum: Yakınılan zamansızlık mı, soranın yazmaya olan ilgisizliği ya da yetersizliği mi, yoksa gereksiz bir uğraşa nasıl zaman ayırdığım mı, anlayamıyorum. Ama kesin olarak söylediğim bir şey var: Herkes ilgi duyduğu konularda, ayıracak bir zamanı mutlaka buluyor!
Bu, televizyon izlemekten tutun, futbol, sinema, kitap okuma, bulmaca çözme, tenis, yoga, kumar, bilgisayar, örgü örme, yemek yapma, resim… Aklımıza gelebilecek her konu ve eğilim, mutlaka birimizin tutkusu, dinlenme alanı, savrulduğumuz günlük sorunlar içinde bir sığınma limanı olabilir. İster hobi, ister boş zamanları değerlendirme, ister tutkularımızı doyurmak diyelim; bunlar, maddesel gereksinimlerimizi karşılamak, varlığımızı sürdürmek için yaptığımız çalışmalar kadar önemlidir. Bir taraf bedensel doyum sağlarken, diğeri de tinsel yanımızı doyurmaktadır. Bu yüzden özel bir zaman ayırdığımız, çalışma dışı bu uğraşların karşılığında, doğal olarak maddesel bir beklentimiz de olmuyor; daha çok keyif alanımızı genişletiyor, sosyal yanımızı güçlendiriyor, bizi mutlu ediyorlar.
Yazıya, yazarlığa dönecek olursak…
Çok değil, otuz – kırk yıl öncesine kadar, ülkemizde yazdıklarıyla geçimini sağlayan yazarlar parmakla sayılabilirdi. Bu gün, satış sayılarını göz önüne alarak geçmişe göre daha iyimser olabiliyorum. Oysa dünyanın her yerinde, iletişim kanallarının çoğalması, çeviri ortamının genişlemesiyle, yazarlığa soyunmuş, bu işten de büyük paralar kazanan birçok imza sahibini sayabiliriz.
Eduardo Galeano’nun bir kitabında okumuştum:
Karl Marx’ın 1883 yılında Londra mezarlığındaki cenaze törenine, mezarcıyı da sayarsak yalnızca on bir kişi katılmış.Mezar taşına da bu tümce kazınmış: “Filozoflar dünyayı çok farklı biçimlerde yorumladılar, ama asıl mesele onu değiştirmek”
Düşünceleriyle 20. yüzyılı sarsan Marx, yaşamını sürekli polisten ve alacaklılardan kaçarak geçirmiş.
Başyapıtı hakkında şöyle demişti:
“Benim kadar az parası olup da para hakkında bu kadar çok yazan başka kimse olmadı. Kapital, onu yazarken içtiğim tütünün parasını bile karşılamayacak.”
Bilmem, bu ünlü düşünürün sözleri üstüne bir yorum yapmamız gerekiyor mu?
Yazma, paylaşma, bir şeyler söyleme tutkusu olmasa, bir insan niye yazarlığa soyunsun, niçin zamanını maddesel bir beklenti olmadan, bu uğraş için harcasın?
Sanırım sanatçıların yaratma amaçlarından biri, bu sorunun yanıtında aranabilir.