Bütün bilinenlerin dışında Netanyahu’nun ‘ulus-devlet’ çağrısında İsrail’de olan bir diğer artı da ulus-devletlerin ‘ortak’ dil koşuluna karşın Arapçanın da resmi dil olmasıdır. Günümüzde bütün ulus devletler için gün yüzüne çıkan anadil sorunu, nüfusun bir diğer çoğunluğunu oluşturan Araplar için İsrail’de yok. Kendi okullarına gidiyorlar, hatta Müslüman mahkemeleri sistemiyle Arap vatandaşların bütün davaları İslamiyet çerçevesinde yürütülüyor.
İsrail’in kuruluşunun 66. yılı kutlamaları öncesi Başbakan Netanyahu’nun, Tel Aviv Müzesi ziyaretinde kullandığı “İsrail devletinin ulusal Yahudi kimliği, İsrail devletinin hayatında önemli bir köşe taşı oluşturur. Bu nedenle niyetim, bunun bir temel yasa olarak, Knesset’e anayasal bir kanun olması için teklif vererek, İsrail’in statüsünün Yahudiler için bir ulus devlet statüsü olmasıdır,” sözleri, gerginliğini her daim koruyan Ortadoğu coğrafyasında sıkça konuşulur oldu. Farklı ülkelerde Yahudi düşmanlığı yapan medya, çok gecikmeden “Siyonistler abarttı” tarzı başlıklar kullanırken, kimi basın organları tarafsız durmaya çalıştı. Başbakan’ın sözünün ardından son yıllarda çokça eleştirilen ve küreselleşme süreçleriyle bittiği söylenen ulus-devlet kavramı ise yeniden gündeme geldi.
Pek çoğumuzun bildiği gibi ulus devletin temelleri Fransız Devrimi’ne kadar gitmektedir. Hatta bazı eleştirmenlerce Fransız Devrimi, ulus devletin tarih sahnesine çıkışının son dönemeci konumundadır. Aydınlanma düşünürlerinin eserlerinde ulus ve vatan kavramları özgürlükle eş anlamlı bir içeriğe sahip olmaya başlamış, ulus devlet; meşruiyetini bir ulusun belli bir coğrafi sınır içindeki egemenliğinden alan devlet şekli olarak tarihteki yerini almıştır. Ulus, kültürel ve etnik bir varlık olarak yerini alırken, devlet; jeopolitik bir varlık olarak sınırları belirlenmiş bir coğrafyada ulus kavramıyla örtüşmektedir. Yine ulus devlet modelinde devleti oluşturan tüm vatandaşların ortak bir kültür, ortak dil ve ortak değerleri paylaşması başlıca koşuldur.
İsrail’in kuruluş aşamasıyla (1948) Fransız Devrimi (1789) arasında neredeyse 200 yıllık zaman ve ülkelerin iç dinamikleri açısından birçok farklılık olsa da Netanyahu’nun teklifine karşı çıkanlar her şeyden önce bölgedeki Arap varlığının tamamıyla dışarı itileceğinden endişe etmektedirler. Bugün İsrail’in kuruluşuna bakıldığında etnik değil, din çatısı altında birleşen bir yapının var olduğu söylenebilir. Bu ise, akla ilk etapta dini kurallara göre yönetilen bir ülkeyi getirse de var olan ülke için pratikte doğru değildir. İsrail demokrasi çerçevesinde yapılan seçimlerle yönetilmektedir. İç dinamiklerinden ötürü Yahudi Devleti kimliğiyle bilinse bile laik bir ülkedir ve hala var olan birçok ulus devletin aksine resmi bir dini bile yoktur. Bu nedenledir ki bugün o topraklarda yaşayan her ırktan ve dinden ‘vatandaşlar’ bulunmaktadır. Museviliğe ait olan bayramlarda tatil yapılması ise bugün Türkiye’deki dini bayramlarda resmi tatil ilan edilmesinden veya Hıristiyan bir ülkede Paskalya’nın, Noel’in tatil olmasından farksız bir durumdur.
Bütün bilinenlerin dışında Netanyahu’nun ‘ulus-devlet’ çağrısında İsrail’de olan bir diğer artı da ulus-devletlerin ‘ortak’ dil koşuluna karşın Arapçanın da resmi dil olmasıdır. Günümüzde bütün ulus devletler için gün yüzüne çıkan anadil sorunu, nüfusun bir diğer çoğunluğunu oluşturan Araplar için İsrail’de yok. Kendi okullarına gidiyorlar, hatta Müslüman mahkemeleri sistemiyle Arap vatandaşların bütün davaları İslamiyet çerçevesinde yürütülüyor.
Devlet işlerinde azınlıklara yönelik mutlaka ki aksayan yönler diğer ulus devletlerde olduğu gibi İsrail’de de var, öte yandan Netanyahu’nun talebi, ulus-devletlerin çağının bittiğinin dillendirildiği günümüzde geç kalınmış bir talep olarak da okunabilir. Uluslaşma süreçlerinin her daim sancılı olduğu Ortadoğu coğrafyasında bu söylemin nasıl bir karşılık bulacağı bilinmez, ancak bölgede kalıcı bir barışın belirmesi gerektiği herkesin ortak dileği…