Hamas ile El Fetih’in birleşme kararından sonra İsrail-Filistin barış görüşmelerinin önünün tıkandığı, geleceğinin sorgulandığı bir ortamda İran ile İsrail arasında bir barışın mümkün olduğunu ileri sürmek ne denli gerçekçi veya güncel geçerliliği olan bir varsayım olabilir?
Ortadoğu’daki gelişmelerin kavranabilmesi için bu yönde daha derinlikli bir analizin yapılmasında, fikir üretilmesinde yarar var sanırım. “İran ve İsrail arasındaki tüm düşmanca söylemlere karşın yakın bir işbirliğinin ve hatta dostça bir tarihin varlığını kabul etmeliyiz.” Bu sözler Ben Gurion zamanında veya Şah döneminden önce Golda Meir tarafından söylenmiş değil. Ayetullah Humeyni’nin hayatta olduğu 1987 senesinde Yitzhak Rabin tarafından dile getirilmiş ve İran’ın jeostratejik bir dost olduğu vurgulanmıştır.
Gerçekte iki ülke arasındaki düşmanlık sanıldığı kadar eskilere dayanmamaktadır. MÖ 539’da İran Kralı Cyrus Yahudi halkını Babil esaretinden kurtarmış, İkinci Tapınak’ın inşasını finanse etmişti. Rabin, 1970’lerde İran’a gittiğinde peruk ile dolaşmış, uçağı Tahran havaalanından uzakta gizli bir piste inmişti. Bu ilişkiler 1979 İslam Devrimi ile de son bulmadı. Irak İran’ı işgal ettiğinde silah ambargosuna rağmen İsrail İran’a Amerikan silahları için yedek parça sağlamayı sürdürdü, Washington’da ABD’nin İran’a silah satması için kulis yaptı.
John Hopkins Üniversitesi’nde uluslararası ilişkiler dalında yardımcı profesör olan İran kökenli Trita Parsi yakın tarihte de sürdürülen iki ülke arasındaki ilişkilerin ve Rabin’in sözlerinin altında yatan gerçeğin ortak bir tehdit algısından kaynaklandığını belirtmektedir. Her iki devlet de Sovyetler Birliği ve bölgedeki Mısır, Irak gibi güçlü Arap devletlerinden çekindiklerinden bir ittifak içinde olmayı, bir denge unsuru yaratmayı istemişlerdir. Türkiye- İsrail ilişkilerini de bu güvenlik ilkesi çerçevesi içinde değerlendirmek gerekir.
Ancak Sovyetlerin dağılması ve Irak’ın yenilmesi ile bölgede güç dengesi değişti; iki devleti birbirlerine yakınlaştıran ortak tehlike ortadan kalktı. Trita Parsi şu anki dinamiğin köklerini 1979 devrimi ideolojisi sonucu olarak değil, bölgenin jeopolitik açıdan yeniden yapılandırılmasında görmektedir. Çünkü mevcut durumda bölgenin en güçlü iki devleti konumundaki İran ve İsrail birbirlerini potansiyel güvenlik ortağı olarak değil, rakip, hatta düşman olarak algılamaktadırlar.
Gerçekten ABD Afganistan’da olduğu gibi İran’ı da tecrit politikasını uygulamaya başlayınca, İsrail karşıtı ideoloji işlevsel bir politikaya dönüştü ve İran’ı daha evvelce uzak durduğu Filistinli İslamcı gruplara yakınlaştırdı. İran bu gruplara silah yardımında bulundu. Martin Indyk ve Clinton yönetimi İran’ın yalnızlaştırılması ile İsrail-Filistin barışına daha kolay ulaşılacağı görüşünde yanılgıya düştüler.
Netanyahu’nun Beyaz Saray’a İran’ın değişmediği, bilinen eski İran olduğu mesajını sık sık iletmesine karşın Barack Obama’nın eski yönetimden farklı bir strateji izlemekte olduğu görülüyor. Gerilimin azalmasıyla da İran bölgedeki varlığını pekiştirmeye başladı.
Bölgesel bir barış niye olası? Yine Trita Parsi’ye göre İran her zaman stratejik çıkarlarını ideolojik dürtülerinin önünde tuttu. İran bir Nazi Almanya’sı olmadığı gibi, Ahmedinecad da bir Hitler değildir. Nitekim Amerika’nın İran’a bir ölçüde yakınlaşmasından önce Ayetullahlar rejimi Ahmedinecad’ı tasfiye etti.
İran-İsrail çatışması, 2500 yıllık İran ve Yahudi halkı arasındaki uyumlu tarihi süreç içinde, 10-20 yıllık bir gelişmedir. İki ülke arasında savaşı kaçınılmaz yapmak yerine barışı mümkün kılacak tüm yollar aranabilir. Bu İsrail-Filistin çatışmasının da çözümünü kolaylaştıracaktır.