Gülsüm, Berkin’in annesi; Hatice, Gizem’in annesi; Roza, Mordo ve Yasef’in annesi; Nagihan, Münevver’in annesi; Edith, Anne Frank’ın annesi... Bilmediğimiz isimleri tarihin kaybolmakta olan sayfalarına kazınmış daha binlercesi... Bir de Janush Korczak. O bir anne değildi. Kadın değil, erkekti. Ama yine de bu anneler gününde anılmayı hakkediyor bence. Zira o, Nazi emirleri altında ölüm yolculuğuna çıkan yetim öğrencilerini, hiç bir mecburiyeti olmamasına rağmen, yalnız bırakmayacak, onlarla birlikte kamyona binip Treblinka’da son ana kadar ellerini, yüreklerini sımsıcak tutacak kadar insanlık gücü ile donatılmıştı.
Gülsüm, Berkin’in annesi; Hatice, Gizem’in annesi; Roza, Mordo ve Yasef’in annesi; Nagihan, Münevver’in annesi; Edith, Anne Frank’ın annesi... Bilmediğimiz isimleri tarihin kaybolmakta olan sayfalarına kazınmış daha binlercesi... Bir de Janush Korczak. O bir anne değildi. Kadın değil, erkekti. Ama yine de bu anneler gününde anılmayı hakkediyor bence. Zira o, Nazi emirleri altında ölüm yolculuğuna çıkan yetim öğrencilerini, hiç bir mecburiyeti olmamasına rağmen, yalnız bırakmayacak, onlarla birlikte kamyona binip Treblinka’da son ana kadar ellerini, yüreklerini sımsıcak tutacak kadar insanlık gücü ile donatılmıştı.
Onlar, bu anneler günü, evlatlarını öpüp koklayamayacaklar. Kuzucuklarının yüreklerini basamayacaklar bağırlarına. Karanlık bir yolda, hissetmeye çalışacaklar ruhlarını. Belki sevgide erecekler yavrularına, belki yoksunluk içinde kıvranacaklar.
Peki ya bilinçli bir katletme eylemini gerçekleştiren insanların anneleri? Onlar çocuklarına, ellerinin ulaşabileceği, seslerini duyabilecekleri uzaklıkta. Konuşacaklar, belki öpüp koklayacaklar birbirlerini. Yine de neler geçecek kim bilir bu annelerin yüreğinden, düşüncelerinden? Kendi canlarından can verdikleri evlatlarının, başka bir annenin, çocuğuna hasret içinde, yüreğinin dağlanmasına neden olduğu bilinci nasıl etkileyecek bu sene onların anneler günü algısını?
Kimi, sevgi zannettiği, gözü dönmüş bir öfkenin kurbanı; kimi, dünyayı kendi yaratmış olduğu zannı ile, kibirin kölesi olmuş, trafikte ya da yaşamda bazan farkında ve bilinçli, bazan dalgınlık deryasında kaybolarak canavarlaşan insan. Çoğu zaman dışımızda zannettiğimiz, oysa her daim içimizde olan, biz, kendimiz, her birimiz. Kimi de dünyayı ötekilerden ya da kötü dediklerinden temizledikleri yanılgısı ile kötünün kendisi olmuş kişiler. Ha Hitler olmuşsun, ha Süleyman. Yok aslında ismin bir önemi, yüreğini örten aynı şeytani gücün etkisinde, kendini bilmez bir maşa olunca insan.
Geçtiğimiz hafta 27 Nisan’da Holokost’ta can veren 6 milyon Yahudi’yi andık. Sinagoglarımızda dualar ettik, evlerimizde mumlar yakıp, sembolik de olsa altı damla gözyaşı döktük altı milyon kayıp ruhun anısına. Altı milyon diyoruz, oysa altı milyon değil yitenler. Onlardan artık oluşamayacak nesilleri saymıyoruz hiç. Yitenlerle birlikte asla gün yüzü görmemiş zürriyetlerinin dünyamıza kim bilir hangi gelişmelere neden olabilecekken bundan mahrum kaldığımızı görmüyoruz.
Yitenin sadece insan yaşamı olmadığını, beraberinde koskoca bir kültürün yok olduğunu düşünmüyoruz çoklukla. Doç. Laurent Mignon’un Gözlem Yayıncılıktan çıkan ‘Hüzünlü Özgürlük - Yahudi Edebiyatı ve Düşüncesi Üzerine Yazılar’ isimli kitabında değindiği önemli bir nokta da, bir Yahudi öğretisi olan, ama sırf Yahudilere özgü olmayan ‘dünyayı tamir etmek/Tikkun olam’ görevinin sadece kendine yönelik olmadığıdır. Dünyayı sadece dua ederek, camileri, sinagogları, kiliseleri doldurarak tamir edemeyiz. Dua etmek, bir nevi tefekkür etmek, bir anlamda gündelik algı ve yanılgılardan arınıp kişinin kendine yapıştırdığı tüm benlik bilincinden sıyrılarak özünü bulmaya zaman ayırmasıdır. Ancak özü bulmak yeterli değil. Manevi dünyada bulduğu özü, madde dünyasında deneyimlemekle yükümlüdür kişi. Aksiyon almak, aksiyona geçmek gerekir. Tıpkı anneler gününü biricik annelerimizi sevip koklayarak kutlamanın yeterli olmadığı gibi. Bu anneler günü, hatta bütün bu hafta, bu sene, bu ömür Gizem’in annesi Hatice’yi de ziyaret edelim; ya da Gülsüm’ü; bildik, bilmedik tüm diğerlerini. Gizem’in, Berkin’in, Yasef’in yerini tutamayız belki ama Hatice’nin, Gülsüm’ün, Roza’nın yüreklerine bir sıcak nefes oluruz belki.
Süleyman’ın annesini de ziyaret edelim. Devlet yöneticileri ile birlik olalım, gerçek gücün, insanlığı yüceltici, kin ve nefret duygularından arınmış, bir birini sevgi ve şefkatle besleyen bir toplum yaratmak olduğunu hatırlayalım. Bu amaçla yapılması gerekenleri belirleyelim. Harekete geçelim. Öncelikle de, ‘ben’den, ‘biz’e geçelim. Benim annem, benim toplumun diye bakmak yerine, Türkiye’de ya da Amerika’da, İsrail’de ya da Filistin’de, Mısır’da, Çin’de ya da Afrika’da, dünyanın neresinde olursa olsun, tüm çocukların; ne şartlarda yaşarlarsa yaşasınlar, tüm annelerin ‘bizim’ olduğunu hatırlayalım. Hepsi bizim çocuklarımız, hepsi bizim annelerimiz. Sevgi ve şefkati, ceza ve öldürmenin üzerine koyan bir toplum olabilmek için harekete geçelim. Çöpten çıkacağına çocuklar, anneleriyle sarmaş dolaş geçirsinler yaşamı.