Tanah’ımızda (Tora, Nebiim ve Ketubim) yer alan olaylar, asırlardan beri tiyatrolara, operalara, daha sonra sinema, müzikal ve TV dizilerine ilham kaynağı olmuşlardır.
Noah’ın da bundan nasibini alması kaçınılmazdı. Noah’ın gemisi imajı o kadar çekici geliyor ki, minik çocukları saatlerce meşgul eden bir oyuncak oldu. Sonra da geçen ay seyrettiğimiz görkemli efektlerle bezenmiş bir filme temel teşkil etti.
Noah’ın hikâyesi her ne kadar inanılması güç bir efsane gibi görünse de, çeşitli zamanlarda, ciddi araştırmalara konu olmuş, Tufan’ın tarihi dahi belirlenmeye çalışılmıştır. Altmışlı ve yetmişli yıllarda, Ağrı Dağı’na batıdan heyetler gelerek, Nuh’un gemisini bulmaya çalışmışlar, hatta bir iki heyet de geminin karaya oturduğu yeri bile tespit ettiklerini iddia etmişlerdir.
Halbuki asırlardan beri bazı düşünürler bu efsanenin, aslında çelişkilerle dolu olduğunu ve hiç de ciddiye alınmaması gerektiğini düşünmüşlerdi.
Örneğin 18. asrın, fizik ve matematik dehası diyebileceğimiz Mme.du Chatelet, ünlü filozof Voltaire ile birlikte, tasarladıkları ‘Examen de la Genese /Bereşit’in incelenmesi’adlı kitabında, Noah bölümünden bahsederken şu ifadeleri kullanıyorlar:
“Tanrının, yeryüzündeki tüm insanları yok etmeye karar verdiğini anlayabiliriz. Noah ve ailesinin Tanrı’nın sevgisine mazhar olduğunu da kabul edelim. Ama bu kadar çok sayıda her türden bir çift hayvanın o gemiye sığması mümkün değildir. Esasen geminin boyutlarını da hepimiz biliyoruz. O ölçülerde tahta bir gemi o zamanın teknolojisi ile inşa edilemez.”
Sığması bir yana, bu kadar büyük sayıda hayvanın yaşamlarını sürdürmesi için gerekli yemlerin stoklanması ve sair tabii ihtiyaçlarının giderilebilmesi için muazzam alanlar tahsis edilmeliydi.
Şimdiye kadar sıraladığım görüşler ve benzeri fikirlerin akla ve mantığa uygun düştüğünü kabul ediyorum. Ama kendime şu suali de sormadan edemiyorum: Tora bu olaya niye yer verdi?
Tarih boyunca, küresel çapta vuku bulan tabii felâketler, insanlığın belleğinde yer etmiştir. Bunlardan biri olan Tufan, Sümerlerden başlayarak tüm antik kültürlerde anlatılmıştır. Sırf bu yüzden de canlıların nasıl varlıklarını sürdürebildikleri de izaha muhtaç bir konu olmuştur. Nuh’un gemisi, bu ihtiyacı giderecek bir izah yöntemi olarak nitelendirilebilir.
Gemiden başlayalım. Boyutları Tora’da 300 arşın uzunluk, 50 arşın en ve 30 arşın yükseklik şeklinde verilmiştir. Bildiğiniz gibi antik Mısır’da gemicilikte kullanılan arşın, 45 veya 54 cm’e denk gelen bir ölçüydü. Ben, hesap kolaylığı bakımından ortalama 50 cm aldım. Yani Nuh’un gemisi 150 metre boyunda 25 metre eninde ve 15 metre yükseklikte, bugünkü ölçülere göre bile büyük bir deniz aracıdır. (Christophe Colombe’un Atlantik’i geçerken bindiği geminin takriben 35 metrelik bir tekne olduğunu hatırlayın.) Aynı zamanda, Noah aldığı talimat gereğince gemiyi muhtelif bölmelere ayrılmış üç ayrı kat halinde tasarlamıştır.
Peki, sırf tahtadan böylesine bir gemiyi inşa etmek mümkün mü? Tarihte benzer bir örnek görmekteyiz. 15. asrın hemen başlarında Çin’de takriben 165 metre boyunda 64 metre eninde, İngilizcede ‘Chinese Treasure Ships’ diye adlandırılan, çift cidarlı her türlü fırtınaya dayanıklı muazzam yelkenli gemiler inşa edilmiş ve Çin İmparatorluğu’nun yayılmasında en etkin rolü oynamışlardır.(Bu geminin maketini Dubai’de ‘Mall of İbn-i Batuta’da gördüğüm zaman çok etkilenmiştim.)
Diğer bir deyimle Noah’ın gemisini tahtadan ve Tora’da sayılan boyutlarda inşa etmesi imkânsız değildir, diyebilirim. Gelelim, Noah’ın bu kadar hayvanı gemiye nasıl sığdırdığına.
Tüm arkeolojik ve tarihi belgesel araştırmalara dayanarak, gidebileceğimiz en eski zaman bölümü 8000 yılı geçmez. Daha öncesi bizler için tamamen karanlıktır. Bu devrelerden evvel yaşayan insan topluluklarının hangi medeniyet seviyesinde olduklarını da bilmemiz mümkün değildir. Belki de bugün eriştiğimiz seviyeden daha da üstün bir medeniyetti. Veya ilim ve teknoloji bambaşka yönlerde insanları geliştirmişti. Hatta daha üstün yetenekli insanların varlığını da kabul etmek mümkündür. Nitekim Tora’nın birçok yerde, üstün vasıflı yaratıkların varlığından bahsetmesini göz ardı edemeyiz. (Bilhassa Bereşit’in 6. kısmına bakınız.)
Bu varsayımdan hareketle Noah zamanında yaşayan insanların, bir nevi kök hücre ve suni tohumlama teknolojisine sahip olduklarını iddia edebiliriz. Dolayısıyla, gemiye alınan bir takım fiziksel canlılar yanında çok daha büyük miktarda onların hücrelerinin alınmış olması kuvvetle muhtemeldir. Bu takdirde yer problemi tamamen çözümlenmiş olamaz mı?
Gemi Ağrı Dağı’na oturduğunda, Noah ve tüm ailesinin bu hücrelerden yeniden hayvanlar alemini yaratmakla biraz mesai harcamış olmalarını da normal karşılamak gerekir. Bu dönüşümü sağlamak için bol bol vakitleri vardı; Tora’ya göre Noah, Tufan’dan sonra 350 sene daha yaşamış ve 950 yaşında ölmüştür… Gülümsediğinizi görür gibiyim.
Ama acele etmeyin. Tora’nın ‘sene’yi bugünkü anlamından başka bir zaman ölçüsü olarak kullanması bence ihtimal dışıdır. Çünkü Noah’tan sonra yaşam süreleri süratle azalmakta, Abraham’a geldiğimizde insan ömrü 175 yıla düşmektedir. Diğer bir deyimle Noah’ın yaşadığı çağ gerçekten sıra dışı ve Tora’nın kelimeleriyle “devlerin ve büyük üne sahip kahramanların yaşadığı” (Bereşit 6/1) bir zaman dilimidir.
Özetle, atalarımızdan bize, binlerce yıldır kesintisiz intikal eden öykülerin, gerçek ve izah edilebilecek nedenlere dayanması mümkündür. Bu olayları derinlemesine, hür düşünce ve açık fikirle araştıracak bilim adamları belki de bir gün yaşamın sırrını da keşfedeceklerdir.