Bir köpeğiniz yok mu? Oh ne ala! Var ise buyurun buradan yakın. Bizde de var. Ama bizde bir adet de ‘sebeb-i hayatım’ var. O, köpeğimizi insan sanıyor. Aslında çocuk-erkil ailenin gücü ile eve girmeyi başaran tea-moon (biz ona kısaca ti-mon diyoruz) iktidarı çocukların elinden ne olduğumuzu anlamadan aldı. En güzel koltuğun, salondaki baş köşenin ve dahi evdeki her türlü düzenin ve düzeneğin tek ve tartışmasız hâkimi ‘o’ oldu. Ne zaman tatile çıkacağız, ne zaman evde olmalıyız. Mesela bu akşam canımız dışarı çıkmak istiyor. Önce ti-mon efendinin fikri sorulur. Sorulur derken, karşısına geçilip sorulur! Kafalarını hafif yan çevirip kulaklarını diker de, yandan yandan bakar ya köpekler; işte bu “gitmeyin ben yalnız çok sıkılıyorum ve üzülüyorum” demekmiş. En azından sebeb-i hayatıma göre öyle. Yok, siz ondan dışarı çıkmak için izin istediğinizde hiçbir şey söylemeden koridordaki 3 no.lu evine giderse, hele hele giderken ‘pufuduk’ terliklerinizi de götürmüşse bu, “Çok tasvip etmiyorum ama sizin de bir hayatınız var, naapalım bekler, arada da bu terliğe sinmiş kokunuz ile avunurum,” demek. Yok, 1 no.lu mavi köşküne giderse (bu sokağa çıkarken kullandığımız çantası) bu, “Yemezler! Ben de geliyorum” demektir.
İşte böyle... Bilirsiniz müptelasıyım ‘neyşınıl ceografiğin’. Orada ‘köpeklere fısıldayan adam’ diye bir program var, çok tutuluyor, yıllardır oynuyor. Reytingi yüksek. Oradaki kahramanımız oldukça ‘sorunlu’ köpekleri, mucizevi bir şekilde nasıl istenilen kıvama getirebileceğinizi anlatıyor. O da bir şey mi? İnanmayacaksınız ama bizde ‘insanlara fısıldayan köpek’ var. Gerisini siz düşünün...
Ti-mon eve geldiğinde, köpek geri gidene kadar asla dönmemek üzere, evi yarım saatliğine terk eden, asla bu köpekle ilgilenmem, siz bakacaksınız, ben gözümle bile bakmam şeklinde kesin ve kararlı bir tutum içinde olan sebeb-i hayatım, ne olmuştu da ti-mon’un 1 numaralı koruyucusu olmuştu? İşte geçen hafta tam da burada kalmıştık. “Sonrasında...” demiştik...
Sonrasında, kızım ti-mon’un kusma ve kasılma emareleri göstermesi üzerine bizleri telefonla çağırıp ‘emercınsi situeyşın’ operasyonunu başlamıştı. Kucağında ti-mon ile evden indiğinde “yazık” dedim “tam da alışmıştık”, ‘repozo en gan-eden’ durumundaydı. Gözler dışarı fırlamış kasım kasım kasılmaktaydı. Zor nefes alıyordu, kafası yan düşmüştü... Kızım yüksek perdeden ağlıyor; karım sapsarı kesilmiş bana bakıyor... Günlerden pazar, elimde can çekişen bir köpek, kemerli kantrideyiz; çevreyi bilmem, veterinerin yerini hiç bilmem... Zamana karşı bir yarış! Yoldan geçen birine köpeğimizi göstererek “veteriner” diyebildim... “100 m ilerde solda” dedi. Hiç zamanımız yoktu... Hem de hiç.
Derler ya hiç bir şey boşuna değildir diye. Lise sıralarında okul atletizm takımında 100-200 m koşucusuydum. Meğer bugünler içinmiş. Daha önce 100 metreyi bundan hızlı kat etmiş miyimdir, hatırlamıyorum. Veterinerin kapısına vardığımda kapıdan çıkmakta olan bir adamla kadına bir omuz atıp içeri girdim. İçerisi boş... Emercinsi-situeyşın var! Neredeler? Geriye dönüp aklımda olan tek kelimeyi söyleyebildim: “veteriner”. Evlerine gitmek üzere kapıdan çıkmakta olan ve tarafımdan savrulan karı koca veteriner hekimler bir bana, bir kızıma, bir sebeb-i hayatıma baktılar... Sonra kucağımdaki ti-mon’a... Striknin zehirlenmesi... Ümitsiz vaka... Hiç konuşmadan hızlı hareketler ile köpeği aldılar, serum, iğne, bir daha, bir daha, bir daha, bir daha... Ölümcül her kasılmada, bir kas olan kalbi durdurma tehlikesi olan kas gevşeticiden bir doz daha... Başka çare yok... Ölümüne rulet... Veteriner hekimden ‘ümit verici’ açıklama: Çok ümitlenmeyin, biz elimizden geleni yapacağız. Siz şimdi gidin. Bir gelişme olduğunda biz sizi ararız..
Hani olur ya, cevabını duymak istemediğiniz için soramazsınız. Gelişme derken ne demek istediğini. İşte o durumdayız. Yaklaşık 6 saat sonra ‘gelişme’nin haberi geldiğinde sevinelim mi, üzülelim mi, bilemedik... Zor saatler bizleri beklemekteydi... İşimiz ‘miri-kil’a kalmıştı. Mucizelere inanmayan bir Yahudi, gerçekçi değildir. Ben gerçekçi biriyimdir. Başladık beklemeye...
Bitti... Anlatacaklarım değil, yerim bitti. Beni beklerken, hayatınızca olabilecek ‘küçük’ mucizelere inanarak...
Hep, ama hep sevgiyle kalın...