Başka bir Yahudi yaşamı mümkün mü?

Mois GABAY Köşe Yazısı
28 Mayıs 2014 Çarşamba

Acılarımıza bile üzülmeye vakit bulamadığımız, dünyanın en hızlı gündemi değişen coğrafyası, her daim vatanımız bildiğimiz ülkemizde ‘Yahudi’ olmak her geçen gün daha da zorlaşıyor. Birkaç sene evvel duysak kulaklarımıza inanamayacağımız sözler, antisemitizmde 1930’lu yılların kötü hatıralarına gömdüğümüzü düşündüğümüz söylemler sanki onca acı yaşanmamış gibi tüm çıplaklığı ile yüzümüze çarpılıyor. Antisemitizm iliklerimize öylesine derin işleniyor ki artık acıya alışma kıvamına geliyoruz. Milletçe yasa büründüğümüz bir dönemde malum gazetenin cemaatimize yaptığı saldırı yetmediği gibi ‘İsrail dölü’ mevzusu ve gündemden düşmeyen ‘Yahudi sorunu’ nefes almayı gittikçe zorlaştırıyor. Cemaat yönetiminin tüm iyi niyeti ile yaptığı tanıtım çalışmaları, seçimler öncesinde çekilen toplu fotoğraflar konu nefret söylemine gelince nedendir bilinmez yerini derin bir sessizliğe bırakıyor. Gittikçe küçülen genci, yaşlısı birbirine kenetlenerek varlığını geleneklerine bağlı bir şekilde korumaya çalışan Türk Yahudileri ise geçmişin travmaları belleklerde halen tazeyken her geçen gün gittikçe artan düşman dolu söylemlerle Don Kişot misali mücadele vermeye çalışıyor. İçimden neler yazmak geçiyor bir bilseniz, lakin tek kelimemden bile tüm toplumumun sorumlu tutulabileceğinin bilincinde “yeter artık” diyorum içimden. Fiziksel bir eyleme geçmeden, sokaklara dökülmeden hakkını aramak, eşit vatandaş muamelesi görmek mümkün değil mi artık ülkemde?

İçimde isyan duyguları ile geçtiğimiz hafta acının en derin yaşandığı topraklara, Polonya’ya gidiyorum. ‘March of the Living’ kadar hissiyatı binlerce kişi aynı anda hissedemesek de yaşananları yerinde görmek insanı derinden sarsıyor. Majdanek Toplama Kampı çıkışında grubumuzdaki birçok genç gibi gözlerim yaşlanıyor. Hani hüzünlü filmlerde bir anda gözleriniz yaşlanıp kime veya neye ağladığınızı bile düşünemeyecek bir halde olursunuz ya işte aynı duyguyu yaşıyorum.  Polonya Cemaati tarafından Şabat yemeğine davet ediliyoruz. Bu kadar acının yaşandığı topraklarda yeniden yeşermeye çalışan bir cemaat güvenliği de en yüksek seviyede tutuyordur diye düşünüyorum. Cemaatin yemyeşil renklerle dekore edilmiş binası ve dışardan keyifle izlenebilen Şabat sofrası değiştiriyor düşüncelerimi. Yahudi olmakla önümüze bakmak zorunda kalmadan gurur duyabileceğimiz bir hayat mümkün bu ülkede. Otuzlu yaşlarında dinamik bir cemaat yöneticisi karşılıyor bizleri. Aslen Amerikalı olan ve İsrail’deyken aşkının peşine düşüp Polonya’ya gelen genç lider Jonathan Ornstein’ın hikâyesi bizleri de heyecanlandırıyor. Yemeğe geçilmeden Jonathan bizlere cemaat binasında çalışan gönüllüleri tanıştırıyor. İçlerinde Yahudi olmayanlar da var ve cemaatte çalışmayı Yahudi kültürünü tanımak için bir şans kabul ediyorlar. Sokaktan geçen insanları seyredip, şarkılar eşliğinde bir Şabat yemeği yiyoruz. Çıkışta birkaç kez daha bakıyorum sinagog ve cemaat binasına. Cama asılmış Yahudi sembolleri, faaliyet afişleri heyecanımı daha da arttırıyor. Günümüzün Polonya’sı Yahudi vatandaşlarını geçmişte kaybettikleri bir zenginlik olarak addediyor. Her yıl Krakov’da düzenlenen ve halkın yoğun katılımıyla gerçekleşen ‘Kleizmer Müzik Festivali’ ve Varşova’daki ‘Yahudi festivali’ bunun bir göstergesi. Varşova’da birkaç yıl evvel kentsel dönüşüm kapsamında yıkılması gündeme gelen bir eski getto binasının ise halkın tepkisi karşısında özel olarak korumaya alındığını ve eşyaları ile korunduğunu da mutlulukla öğreniyorum. Bize her şey pespembe gösterilse de her ülkede olduğu gibi Polonya’da antisemitizmin var olduğunu ve yaratılmaya çalışılan yeni cemaatin zorluklarını gözlemliyorum. “En azından bizzat hükümet yetkililerinin açıklamaları ile antisemitizme maruz kalmıyorlar,” diyerek şanslı sayıyorum Polonyalı dindaşlarımı. Her an akla gelmedik ithamlara maruz kalacağımızın bilincinde her geçen gün daha da bilgilenmeli, antisemitizmin her şekline hazırlıklı olmalıyız. Bir yandan Yahudi yaşamının yok olmaya yüz tuttuğu şehirlerde yeniden inşa edilen sinagog binalarımızı görmek buruk bir mutluluk yaşatsa da, o mekânları özel izinle gezebileceğimizi bilmek ise içimizi burkuyor. Kaşer lokantalarımızın bir kültür olarak sahiplenileceği, müziğimizden danslarımıza Türk Yahudileri olarak yaşadığımız toplumla gurur duyabileceğimiz bir gelecek sizce de uzak bir hayal mi? Cumhurbaşkanı bir sonraki seçimde kim olur bilinmez ama bir Türk Yahudi geleneği olarak biz ‘Anoten’ duamızda ülkemizin aydınlık yarınları için cumhurbaşkanımızı ve vatanımızı kutsamaya devam edeceğiz. Acı deneyimlerimizden ders aldığımız, vicdanlarımızın sesine kulak verdiğimiz bir gelecek dileğiyle…