İlk görüşte aşka inanır mısınız? Ben inanırım! Sebeb-i hayatımla ortaokulda aynı sırada lisede aynı sınıfta ve üniversitede aynı kampüste, yazları Burgazada’da, yaklaşık bir 10 senelik kader birliğinden sonra ilk görüşte birbirimize ‘aniden’ âşık olmuştuk. Taaa-ki köpeğimiz Ti-mon hayatımıza girip de çok sevgili bir hemcinsimizin attığı zehir yüzünden Azrail ile ‘ölümüne’ pazarlığa girişene kadar tek ben vardım (bakınız önceki çeptırlar).
(...) Vakitler gece yarısını geçmişti. Beklemekten başka bir tedavi metodunun kalmadığını söyleyen veteriner, “Haydi şimdi siz gidin, ben sizi arayacağım,” şeklinde, bizleri ayak altında istemediğini belli etmişti. Kaim biraderin evinde yorgunluk ve sıkıntılı geçen saatlere yenik düşmüş uyuklar bir vaziyette veterinerden gelecek ‘mucize’ haberi beklemekteydik. Derken ‘driiilng’ diye telefon çaldı... Telefondaki ses, “Bir mucize oldu, Ti-mon uyandı, artık ümidimiz var diyebiliriz, gelip görebilirsiniz,” dedi. İşte o an, bir içim ferahladı, anlamsız bir huzura kavuştum. Ve işte yine o an anladım ki üç aydır yaşantımıza girmiş olan Ti-mon ailemizin ayrılmaz bir parçası olmuş. Ve yine, aynı o an anladım ki; ‘dertsiz başa dert istiyorsan’ mutlaka bir köpek almak gerek.
Ailecek veterinerin ağzından çıkanları pür dikkat dinlemekteydik: Hayati tehlikeyi atlatmışa benziyor (iyi haber); bu zehir çok güçlü, bir şekilde kalıcı hasar vermiş olabilir (kötü haber). “Nassı yani” diyoruz... “Valla onu bilemem” diyor veteriner hekim, “Onu önümüzdeki günlerde göreceğiz...” “Nassı yani” diyoruz yeniden; zehir iç organlarında, beyinde herhangi bir yerde tahribat yapmış olabilir. Görmeyebilir, duymayabilir, böbrekleri iflas etmiş olabilir, karaciğer, akciğer, kalp; sayıyor da sayıyor... Tam bir ‘Güler misin? Ağlar mısın?’ durumu. “Görebilir miyiz?” diyoruz. “Hayhay” diyor, bizleri yan odaya alıyor...
Orada... Yatıyor... Sesimizi duyunca (demek ki işitme kaybı yok) ayağa kalkmaya uğraşıyor (demek ki en azından yürüyebiliyor), sendeleyip düşüyor. Odanın içinde yer değiştiriyoruz... Gözleri ile bizi takip etmiyor; yoksa… Yoksa? Konuşunca sesimizin geldiği yöne bakıyor. Yoksa...? Veteriner aklınca bizleri rahatlatıyor. Evet, diyor şu an için görmüyor ama bunun geçici olma ihtimali çok büyük, çok narkoz aldı, çok kas gevşetici aldı, onun bir yan etkisi olduğunu kanısındayız. “Buyruun” diyorum kendi kendime; beyaz bastonlu bir köpeğimiz oldu. İşte o an, tam o an, Ti-mon kısık kısık ağlama sesi çıkartıyor... ‘Belki yağmurdu bilmem, gözlerinden süzülen’... Sebeb-i hayatımın gözleri buğulanıyor ve Ti-mon a ‘ilk görüşte aşk’ misali öyle bir güçlü bağ ile bağlanıyor ki, bir daha aralarına girebilene aşk olsun. İşte yine o anlardan bir an: Artık pabucum dama atılmıştı.
Ne demişler; mucizelere inanmayan Yahudi gerçekçi değildir. Veterinerin “Neme lazım bu gece bizim evde, benim kontrolümde kalsın,” demesi üzerine arabaya biniyor ve sebeb-i hayatımın haklı, hap-haklı sitemleri eşliğinde eve doğru yol alıyoruz. “Ben size demedim mi hiç almayalım diye, buyurun bakalım, şimdi kim bakacak bu köpeğe, (bana bir bakış fırlatarak) sen işe gideceksin, (çocuklara doğru parmağını sallayarak) sizler okula gideceksiniz, kime kalacak bu? Tabii ki bana... Ben size demedim mi? Bunu bana nasıl yaptınız... Bu küçücük köpeğin bir kabahati yok ki? O masum bizim eve geldi diye onu cezalandıracak değiliz. Cezalandırılması gereken asıl sizlersiniz. Haydiii buyurun bakalım... Şimdi ne yapacaksınız görelim... O masum, o korumasız, bakım için bize ihtiyacı var... Ama siz gideceksiniz, biliyorum bana kalacak. (şimdi nakarat bölümü hep bir ağızdan) Bunu bana nasıl yaptınız, ben size demedim mi? (nakarattan sonra yeni bir kıta) Ben biliyordum zaten böyle olacağını, onun için istemedim zaten, yoksa ben köpek sevmem mi? Ama bakın neler oldu. Beni dinlemediniz, gördünüz mü? İnandınız mı şimdi bana? Beğendiniz mi yaptığınızı (şimdi nakarat bölümü hep bir ağızdan) Bunu bana nasıl yaptınız, ben size demedim mi? Ne olacak şimdi?”
Haklıydı, hap-haklıydı. Veterinerden eve olan 20 dakikalık sürede ne ben ne çocuklar ağzımızı açmadan, boynumuz bükük dinledik... Dinledik... Dinledik...
Kıssadan hisse; bir ev köpeği size karşılıksız sadakat, sevgi, sürekli bir pozitif enerji ve mutluluk verir. Karşılığında ne bekler? Sadece ve sadece ilginizi ve sevginizi... Hepsi bu... Bunu iyi günde, kötü günde, yoğun iş temposunda, tatilde bir şekilde sürekli olarak veremeyecekseniz asla ve asla bir köpek edinmeyin. Ne onu üzün, ne kendinizi.
Geçenlerde bütün bir kıştan sonra Burgazada’ya gittim. Sokaklar terk edilmiş cins köpekler ile doluydu... Şimdi sorarım onların eski sahiplerine; bu mudur?
Ti-mon mu? O şanslı; hayatında sebeb-i hayatım var. Hiçbir araz kalmadan atlattığı zehirlenme macerası sonrasında birbirlerinin gölgesi oldular. Mutlu mesut yaşıyorlar... Bizler? Ara sıra nakaratımızı dinliyoruz: “Bunu bana nasıl yaptınız, ben size demedim mi? Ne olacak şimdi?
Hep sevgiyle kalmak için; “iki kere düşünün.”