Pencereden dışarı bakın! Bahar yüzünü yavaş yavaş yaza çevirmeye başlamış. Her yer yeşile bürünmüş ancak, heyhat! İnsanlar etrafı karanlık algılıyor. Mutsuzluk sarmalına girilmiş. Umutsuzluk yaşamı zindana çevirmeye başlamış, işini hiç aksatmadan yapıyor. Uzun zamandır pus çökmüş evlerin üstüne. Ağır bir ruh hali toplumun tüm kıvrımlarını acımasız bir şekilde esir almış. Bu durum ne zamana dek devam edecek? Bir bilen olsa!
Herkes sevgisizlik üzerine yazıyor, çiziyor: Gazetelerde öyle, sosyal medyada öyle. Herkes sevgisizlik üzerine konuşuyor: Televizyonlarda öyle, radyolarda öyle. Ben bu hafta, kötülüklerin kurbanı olmayayım diyorum. Sevgi üzerine, saygı üzerine, güven üzerine karalayayım diyorum. Nafile!
Sevgi… Ne kadar sıcak ve ne kadar uzak bir duygu. Uzun zamandır buzluğa kaldırılmış, insanlarımızın unuttuğu sevgi... Husumetin, düşmanlıkların altında ezilmiş. Ve bizler buna izin vermişiz, ondan öte adeta çanak tutmuşuz. Umurumuzda dahi olmamış.
Sokakta, parkta, iş yerinde, orada burada insanların birbirlerine gülümsedikleri zamanlar artık mazide kalmış. Hani biz misafirperverdik? Hani biz ahlaki değerlere önem verirdik? Hepsi hikâye! İşte bakın pencereden dışarı ve göreceksiniz. Bahar sizi aldatmasın. Biraz üzerini kazın, altından çıkacaklar size nasıl bir tokat gibi inecek, göreceksiniz.
Saygı… Farklılıkların zenginlik olduğunun anlaşılmış hali. İnsanların kalıplara sığdırılmaması gerektiğini ifade eden durum. Değişik fikirleri, değişik tercihleri, değişik zevkleri, değişik beklentileri sindirebilmenin olmazsa olmazı.
Saygı var mı dışarıda? Sevgisizliğin, değer bilmezliğin kol gezdiği ortamlarda, cehaletin meşaleleri bir bir söndürdüğü toplumlarda saygıdan söz etmek mümkün müdür? Özgürlüğün olmadığı yerlerde saygının serpilmesinden, farklılıkların zenginlik olarak nitelendirilmesinden söz etmek olası mıdır?
Her insan yaslanacak bir omuz ister. Ne kadar güçlü veya olanaklı olursa olsun, her insan kendisini kollayacak, güvenebileceği bir destek ister. Sevgi ve saygının serpildiği ortamlarda, güven, huzur dolu bir rahatlamadır. Birey, toplumda, kendisine verilen önemin farkında olursa güven duygusunu tadar. Bireyin etkisiz eleman kıvamına indirgendiği ortamlarda, ne güven kalır, ne saygı, ne de sevgi. Devlet, bu anlamda, koyduğu referanslarla güvenin güvencesi, huzurun bekçisi olmalıdır. Bakın pencereden! Bunu görebiliyor musunuz?
Referansların eğilip bükülmesi, öylesi veya böylesi şekillere sokulması sokaktaki insanı nasıl etkiler? Düşünce ile başlayan, seçme ile devam eden ve nihayetinde hayata geçirmekle sonuçlanan süreci yönetebilenler için, eksen kaymaları her zaman yeniden bir adaptasyon gereksinimini getirir ki, bu son derece yorucu ve bezdiricidir. Dolayısı ile düşünmeyen, seçmeyen, uygulamayan nesillerin yetiştirilmesi, bu yolla topluma yeknesak bir geleceğin dayatılması, toplum idarecileri için kolay ve maliyetsiz bir seçeneği ifade eder.
Böylesi bir duruma itilen toplumda insanlar gülmezler, yaşamaktan zevk almazlar, yaratıcı olmazlar, yaptıklarından heyecan duymazlar. Oysa gülmek, yaptığından zevk almak, yaratıcı olmak, heyecan duymak, uygar insanın olmazsa olmazlarıdır.
Şimdi yeniden bakın pencereden neler görüyorsunuz? Kaç kişi işini severek yapıyor? Kaç kişinin gerçekten kıymetlisi var? Kaç kişi sevdiğinin kulağına sevgi sözcükleri mırıldanıyor? Kaç kişi, hiçbir şey ummadan, sıfır beklenti ile birbirini kucaklıyor? Kaç kişi birine güvenebileceğini hissediyor? Kaç kişi kendi gibi olmayanı, kendi gibi düşünmeyeni, kendi gibi yaşamayanı, kendinden olan kadar saygı ile karşılıyor.
Bakın bakalım pencereden dışarı, neler göreceksiniz?