Yeşil

Gelişmiş ülkeler yaşadıkları tecrübelerden sonra planlı bir şekilde nükleer enerjiden vazgeçmeye karar vermişken bizim ona sarılmamız insanı tedirgin ediyor. Tanrı’nın ülkeme hediye ettiği bol güneş ve rüzgârı neden topyekûn kullanmayı düşünmüyoruz sağlıklı bir Türkiye için? İşte size Almanya ve Türkiye karşılaştırması...

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı
11 Haziran 2014 Çarşamba

Çok okuyan değil, çok gezen bilir’ diye güzel bir atasözümüz var. Kimi istisnalarıyla birlikte doğru olsa gerek. Hayatta hiçbir konuda yerinde görülüp incelemeden kesin bir yargıya varmak pek mümkün olmuyor...

İklim değişikliklerini ve özellikle son günlerde ülkemizde tabiat ananın bir şeylerden intikam alırcasına şiddetli tepkisinin sonuçlarını gördüğünüzde insan, ister istemez nerede yanlış var’ı sorguluyor.

Geçtiğimiz ay birkaç günlüğüne Almanya’nın neredeyse yarısını karayoluyla katettim. Bu tür yolculuk gezdiğin yeri insanıyla ve en önemlisi doğası ile yakından tanıma imkanı veriyor. İstediğiniz yerde durup istediğiniz konuyu yerel insanlarla müzakere etmenin değerini hiçbir kitapta veya makalede bulamıyorsunuz.

Almanya bildiğiniz üzere iki büyük Dünya Savaşı’nda yaşadığı büyük yıkıma rağmen bugün Avrupa’nın birinci, dünyanın ise ABD ve Çin’den sonra üçüncü en büyük ekonomisi. Bunu neye borçlu olduklarını biliyoruz. Sistem, disiplin, çalışkanlık ve bilim. Son 20 yılda milyonlarca yoksul Doğu Alman’ı ülkelerine eşit şartlarla dahil etmelerinin maliyetine rağmen Avrupa’nın en büyüğü olmaya devam etmekteler.

En büyük şehirlerinde bile öyle devasa gökdelenlere rastlamıyorsunuz. Betonlaşma çok sistematik ve dikkatli bir şekilde olmuş. Şehrin ana merkezini terkettiğiniz noktadan itibaren etrafınızda sadece gökyüzü ve alabildiğine uçsuz bucaksız yeşil veya ormanlık alanlar görüyorsunuz. Yeşil düz alanlar öylesine alımlı ki insan, çıplak ayaklarla kırlarda koşup şiir yazan Arthur Rimbaud’ya özeniyor. Dünyanın en büyük sanayiisine sahip olan bu ülkenin, nasıl olur da bu denli yeşil kalabildiğini sorguluyorsunuz sonra da.

Ama demiştik; sistem, disiplin, çalışkanlık ve tabii ki bilim...

Ve Almanya’nın, geçtiğimiz Mayıs sonu itibariyle kendisi için büyük bir rekora imza attığını görüyorduk. Bu devasa endüstri ülkesi ürettiği enerjinin yüzde yetmiş beşini ‘yenilenebilir’ dediğimiz çevre dostu ‘yeşil enerji’ türleriyle gerçekleştirdiğini öğreniyorduk. Yani hidroelektrik, rüzgâr ve güneş enerji üretimi bugün Almanya’nın ihtiyacı olduğu enerjinin dörtte üçüne ulaşmış durumda. 2022 yılına kadar tüm nükleer enerji tesislerini tamamen kapatma kararı alan Almanya bu açığı doğalgaz ve kömürden daha çok yeşil enerji ile doldurmayı düşünüyor. Son hedef olarak, 2050 yılında tamamına yakın bir yeşil enerji üretimini planlıyorlar. Zaten, uzun kara yolculuğumdan aklımda kalan en etkileyici fotoğraf sonsuz sayıda gördüğüm rüzgâr türbinleri olmuştu. Rüzgar enerjisi üretimi büyük bir ivmeyle büyürken Almanlar bunun kuşlara verdiği zararlar üzerine kafa patlatmakla meşguller üstelik! Örneğin ilk önlem olarak pervanelerinin gece görünürlüğünü sağlamak için fosforlu boya kullanmaya başlamışlar...

Almanya, özellikle Japonya’daki nükleer felâketten sonra nükleer tesislerini tamamen kapatmaya ve sera gazı salınımına neden olan kömür enerjisini minimuma düşürmeye karar vermiş durumda.

Ne diyelim, insan hayatına ve canına özel önem, akıl ve bilimle birleşince bu sonuçlar çıkıyor...

Türkiye’deki özellikle İstanbul’daki kontrolsüz ve aşırı betonlaşmanın şehrin iklimini nasıl değiştirdiğini, su havzalarında nasıl olumsuz etki yarattığını hep beraber görüyoruz. Aşırı ve ani yağmurlar, betonlaşmadan dolayı suyun barajlarda ve göllerde bile birikmesine izin vermezken alçak semtlerin nasıl etkilendiğini, sel sularının nasıl da insana ve doğaya zarar verdiğini görüyoruz nitekim.

Türkiye’nin enerji üretimine baktığımızda ise yinelenebilir enerji oranının ancak yüzde yirmi beşlerde olduğunu görüyoruz. Almanya yüzde 75, biz 25! Üstelik iki nükleer tesis için yatırıma kesin karar verilmiş durumda. Güneşin ve rüzgârın Tanrı’nın hediyesi olan ülkemde bu enerji kaynaklarından hızla ve maksimum oranda faydalanmamız gerekirken başta Almanya olmak üzere dünyanın terketmeye karar verdiği nükleer enerjiye başvurmaya karşı durmayı insan sağlığı ve canı için önemli sayıyorum.

Hiçbir rasyonel düşünceli vatandaş ülkesinin ekonomosini büyütecek ve dolayısıyla halkına refah getirecek büyük yatırımlara karşı gelmez. Örneğin ekonomimizi ve turizmimizi çok yukarı çekecek devasa bir havaalanı yapımına da karşı gelinmesi düşünülemez. Lakin İstanbul’un oksijeni olan kuzey ormanlarına büyük zararlar vereceği iddia edilen havaalanı ve olası bölge yapılaşmasının, betonlaşmadan olumsuz etkilenen İstanbul’a yeni bir zarar getireceğini dile getirmek ve mütevazi uyarılarda bulunmak bir İstanbullu’nun asgari görevi olsa gerek.

Şunu bilirim, diyalektik mekanizma her daim doğru yola ulaştırır insanlığı. Birileri bir vizyon koyar ortaya, birileri de o vizyona çeşitli nedenlerle karşı çıkar. Lakin her iki taraf da makul bir noktada birleşir, son tahlilde.

İnsanoğlu böyle ilerlemiştir tarih boyunca.

Unutmayalım, Türkiye hepimizin...