Geçtiğimiz günlerde bir Musevi arkadaşımın sosyal paylaşım sitelerinde yaptığı 7 Eylül 1986 tarihli Cumhuriyet Gazetesi ister istemez gözüme çarptı. Manşet, olayın kendisi kadar kara harflerle verilmişti: “Sinagog Katliamı”…
Geçtiğimiz günlerde bir Musevi arkadaşımın sosyal paylaşım sitelerinde yaptığı 7 Eylül 1986 tarihli Cumhuriyet Gazetesi ister istemez gözüme çarptı. Manşet, olayın kendisi kadar kara harflerle verilmişti: “Sinagog Katliamı”… Harap olmuş Neve Şalom Sinagogu’nun tören yapılan yerinin ve ağlayan iki kardeşin fotoğrafına bakarken 15 Kasım 2003 yılında yapılan saldırılarda hayatlarını kaybedenler, harabeye dönmüş sokak ve insanların korku dolu ifadeleri geçti bir bir gözümün önünden.
Aynı yıl Havra Sokağı adlı kitabımı bir dizi senaryosu olarak yazmaya başlamamı ve pilot bölümleri bitirip yapım şirketlerine götürdüğümde “İşin içinde Yahudi var. Bunu asla televizyonlarda gösteremeyiz,” sözlerinin nasıl içimi acıttığını da hatırladım. İçeriğine bakmadan, ne anlattığını okumaya dahi gerek duymadan tek bir sebeple reddediliyordum: “İşin içinde Yahudi var.” İlerleyen zamanlarda kimi arkadaşlarım veya yeni tanımaya başladığım kişiler “Ben hiç Yahudi tanımadım.” diye başlayan sözlerini “Ama onlar çok kapalı, bizlerden nefret ediyorlar” gibi sayısız önyargıyla dolu cümlelerini sarf ettiklerinde tüm karşı çıkışlarımın boş olduğunu bakışlarındaki değişmeyen ifadeyi gördüğümde anlayabiliyordum. Zaman geçti, hayatıma yeni kişiler eklendi. Hiç ummadığım arkadaşların bile arkamdan diğerlerine “Bana bak, ona dikkat et, onun İsrail’le ilişkileri var” sözlerini veya öğrencilerimin ailelerinin “Hocanı seviyor olabilirsin, ama onun ne olduğu belirsiz. Ondan uzak dur” uyarılarını duyar oldum. Artık elimde olmadan gülüyorum. Kimi zaman bunalıp ajan olduğumu, bazen bacadan bile eve sızabileceğimi, hatta bazen canımdan bezip devlet işlerine el attığımı söylüyorum. Bazı yazılarımdan sonra tehdit aldığım zamanlarda, “senin yerini biliyoruz”, “demir sopayla suratını dağıtacağız”, “akşama pilavlı sohbet var gelsene” gibi sözlere kulaklarımı tıkamaya alıştım. Yine de aklımda hep tek bir soru oluyor, korku veya aşağılamayla karışık bu ötekileştirme çabaları neden?
24 Mayıs Cumartesi günü Belçika’daki Yahudi Müzesi’ne yapılan saldırıda üç kişinin ölümünden sonra antisemitizm yeniden gündeme geldi. Antisemitizm, genel olarak Yahudilere karşı olan önyargı ve nefret duygularını kapsasa da EUMC’nin (Avrupa Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığını İzleme Merkezi) 2005 yılındaki antisemitizm tanımı kanımca en detaylı tanımı oluşturuyor; ‘Antisemitizm, Yahudilere karşı nefret olarak da ifade edilebilecek, Yahudilere yönelik belirli bir algılama biçimidir. Antisemitizmin sözlü ya da fiziki oluşumları Yahudi olan veya olmayan şahıslara ve/veya mülklerine, Yahudi cemaatinin kurum ve dini yapılarına yöneltilmiştir. Ayrıca, bu oluşumlar, Yahudi devleti olarak tasavvur edildiği için İsrail devletini de hedef alabilir. Antisemitizm genellikle Yahudileri insanlığa zarar vermek amacıyla gizlice çalışmakla itham eder ve sık sık işlerin ters gitmesinin kabahatini Yahudilere yükler.’ Antik çağdan günümüze dek süren ve ırkçılıktan dini nedenlere kadar uzanan antisemitizm, Rönesans Avrupası ve Aydınlanma döneminde bile karşılık bulmuş ve ne yazık ki günümüzde artış göstermiştir. Bugün birçok kişi bunun nedenini İsrail yönetimine bağlasa da yüzyıllardır süregelen nefretin sebebinin bu olmadığı aşikârdır. Sinagog saldırılarından sağ çıkmayı başarabilen ve diğer kişilerin daha yakından tanıdıkları kimi Yahudi dostlarım için, “Şükürler olsun sana bir şey olmadı, çünkü sen bizdensin” diyen, ama tanımadıkları ve hayatlarını kaybeden Museviler için “Onlara iyi oldu” diyebilen bakış açısının gün geçtikçe arttığını bilmek oldukça korkutucu. Oysa ırklar veya dinlere mensup olanlar genelleştirmeye bırakılacak olsa dünya insanlarının birbirlerini yaftalayarak topyekun yok oluşa gitmesi gerekirdi.
Biliyorum, bitmeyecek. Belki daha kötü günler yaşanacak. Yine de insanların her şeyi bir yana bırakıp başta insan olduğunu hatırlaması dileğiyle…