uçak tekerleklerini Atatürk Havalimanı’nın pistine değdirdiği anda, iki ön koltuktaki adam cep telefonunu açıyor. Konuşmaya başlıyor. Gülüyor, “seninle de konuşmak istiyor” edasıyla koridorun öbür yanındaki arkadaşına uzatıyor. Arkadaşı da hemen telefonu eline alıyor. Bu arada uçak hâlâ hareket halinde hızla pistte ilerliyor. Uçak körüklere uzak, kemer bağlama ışıkları yanık. Hostesler adamı görene kadar bir iki dakika geçiyor. Sonunda bir hostes gelip, adama cep telefonunu kapatmasını söylüyor.
Pazartesi akşamı uçak tekerleklerini Atatürk Havalimanı’nın pistine değdirdiği anda, iki ön koltuktaki adam cep telefonunu açıyor. Konuşmaya başlıyor. Gülüyor, “seninle de konuşmak istiyor” edasıyla koridorun öbür yanındaki arkadaşına uzatıyor. Arkadaşı da hemen telefonu eline alıyor. Bu arada uçak hâlâ hareket halinde hızla pistte ilerliyor. Uçak körüklere uzak, kemer bağlama ışıkları yanık. Hostesler adamı görene kadar bir iki dakika geçiyor. Sonunda bir hostes gelip, adama cep telefonunu kapatmasını söylüyor. Adam telefonda konuşmayı kesiyor ama cep telefonunu kapatmıyor. Telefondan resim bakmaya başlıyor. Instagram’da geziniyor. Yeşil plaj terlikleriyle uçağa binmiş bu adamın, uçağın emniyetini göz ardı edecek ve üç buçuk dakika daha bekleyemeyecek kadar önemli bir telefon görüşmesi olabilir mi? Sanmam. Ünlü bir cerrah mı? Pek olası değil. Sonunda uçak duruyor ve boş körük olmadığından yolcular otobüse biniyor. Otobüste ben dâhil, her iki kişiden biri cep telefonunu açıyor. Otobüsle kapı arasındaki otuz saniyelik yolculukta “ben geldim” telefonları yapılıyor, e-mail’ler kontrol ediliyor, facebook’a da bir göz atılıyor…
***
Detoks deyince aklıma yeşil sebze suları geliyor; ıspanak, kereviz, karalahana karışımları gibi… İçine tat versin diye azcık yeşil elma katılarak biraz içilesi hale getirilen, vücudu toksinlerden arındırmaya yarayan sağlıklı içecekler. Toksinlerden arınmak sadece kilo vermek için değil, adı üzerinde vücudu toksinlerden arındırıp kişinin kendini iyi hissetmesi için çok yararlı. Yapabilene hayranım. Ben sabahları büyük bir fincan dolusu kahve içmeden kendime gelemiyorum.
Psychology Today Dergisi’ne göre bir Amerikalı günde ortalama on bir saat ekrana bakıyor. Okuduğum ilk anda bana çok abartı geldi. Ancak basit bir matematik yapıldığında, biz Türkler de ekran başında harcadığımız saatler konusunda hiç geri kalır değiliz. Çalışan bir insanın, iş yerinde bulunduğu sekiz saatin -toplantı, öğlen yemeği ve bilgisayar gerektirmeyen birkaç işini çıkarırsak- en az beş veya altı saat bilgisayar başında geçirdiğini düşünelim. Öğlen yemeğine dışarıda çıkabilecek, çeşitli yemek yerleri olan merkezi bir yerde çalışacak kadar şanslı ise dışarıda geçirdiği mekânda yemek yerken en az bir on, on beş dakika akıllı telefonunu karıştırdığını, sosyal medya hesaplarına göz attığını, bir iki telefon açtığını varsaymak yanlış olmaz. Eve geldiğinde de tablet veya telefonuyla en az yarım saat oyalandığını, yemek yedikten sonra da televizyon başına geçtiğini ve bir yerli dizinin özetiyle birlikte ortalama üç saat sürdüğünü düşünürsek, matematik ortada. Bilgisayar başında uzun saatler geçiren insanlar, akşam bir ekrandan, diğer bir ekrana geçiş yapıyor…
Teknolojiyi tamamen hayatımızdan çıkarmak mümkün değil. O konuda gerçekçi davranıp, “Akşam altıdan sonra sakın mail’inize bakmayın” veya “sosyal medya hesaplarımızın hepsini kapatalım” gibi gerçek dışı yaklaşımları çok ciddiye almıyorum. Teknoloji hem iş hayatında, hem de özel hayatımızda gerekli. Sadece uzaklarda yaşayan sevdiklerimizin yüzünü görerek, görüntülü konuşmalar yapmak bile insan hayatına bir renk katıyor. Ara sıra bir gün yapılan sebze suyu detoksları gibi, günde birkaç saat teknoloji detoksu yapmalı. Sofrada yemek yerken telefonumuzu yanımıza almamak, yıllık tatillerimizde deniz kenarına tabletle gitmemek, arkadaşlarımızla buluştuğumuzda başka insanlarla on-line yazışmamak gibi. Sevdiklerimizin yanımızda olduğu her an bir şans, ekranlar hep orada…