15 Haziran Pazar, değerli üstad, şair/ressam Habib J. Gerez’in doğum günüdür. Son zamanlarda pek görüşemediysek de çok eskiye dayanan bir bağlılığımız vardır. Habib Gerez, her yıl doğum gününde sanatçıları, sanatsever dostlarını müze/atölye bileşimi olan evine davet eder. Sohbetler edilir; sazlar eşliğinde şarkılar söylenir ve tatlılar yenir. Söz konusu kutlamaya ara ara gittim.
Bu yıl sevgili Gerez’i ziyaret edemedim. Zira aynı saatlerde Neve Şalom Sinagogu’nda oğlum Alp Levi, Teri Granti ile evleniyordu.
Zannedilenin aksine, yazılarımda özel hayatımdan söz etmem. Eşim ve iki oğlumdan bahsettiğimde, onlar toplumdaki herhangi bir aileyi simgelerler. Kimseyi rencide etmek istemediğimden, örnekleri hep kendi ailemdenmiş gibi yazarım.
Yılda bir kez Şalom’da bedel ödemeden teşekkür/reklam yayınlama hakkım vardır. Dolayısıyla yazımı bu kapsam dâhilinde görebilirsiniz.
***
Teri ile Alp’in nişanlanması ailelerin beklediği bir olaydı. Erkek tarafı genelde önceden haberdardır. Malum nişan yüzüğü çoğunlukla damat/annesi, bazen de babası ile birlikte seçilir. Oğlum çabuk karar verdi. Maden ocağından çıkan her taşı inceledi. Bilgilendi; toptancıdan cadde üstü dükkânlara kadar gidilebilecek her yere girdi. Sonuçta ilk girdiğimiz yere geri döndük. Artık içi rahattı; kararını vermişti. İyi ki geleneksel şekerlik kısmını önceden halletmiştim. Yoksa gümüşün alaşımından başlayarak, kaç ayar olduğuna varıncaya dek bir tez daha yazacaktık. İçine konacak şekerlere de karışmadı. Bir ‘bonboniére’in belli bir usulde verilmesi gerektiğinden, soluğu ‘Food&More’un sahiplerinden eski dostlarımız Sibel-Sami Konfino’nun evinde aldık. İnsana huzur vermek gibi özellikleri olan çift bizi koltuklara oturtup, sakin bir şekilde şekerleri tepsiye dizmeye başladılar… Nişan heyecanını ben o gece yaşadım. Daha sonra ‘kız evi’ne giderken, damat taşıması gereken şekerliği ‘sarsılmasın, bozulmasın’ diye babasına teslim etti.
Yaz aylarındaydık. Gidiş gelişler, ziyaretler… Derken, gençlerimiz bir düğün eğlencesi istediklerini beyan ettiler. Özel bir talepleri yoktu. Sadece ‘bir kere’ evleneceklerdi. İşte o ‘bir kere’ denen sözcük ağızdan çıkınca, yandınız demektir. Zira sonrası ‘the best of bir kere…’ şeklinde önünüze gelecektir. Düğün yaklaşıp ayrıntılar çoğalmaya başlayınca, ayrıca iş hayatının sıkıntıları da eklenince gençlerde stres ‘tavan’ yapmaya yüz tuttu. Bir gece hışımla yanıma gelen oğlum; ‘Geriye dönme şansım olsaydı, asla gece daveti yapmazdım!’ dedi. Sakin bir şekilde yanıtladım, ‘Siz istediniz’.
Bazı yollardan geçmeden niçinini anlamak mümkün değil. Aslında yazdıklarım, söylemek istediklerim için sadece bir girişti. Gelecek hafta, davetiye yazma sanatı ve evlenecek çiftin Hahambaşılığa ilk kez ayak basması ile ilgili olacak.
Hepinize iyi yazlar.