David OJALVO
Bu yıl haziranın ilk yarısı yağışlı geçti. Yağmur yağmasa bile pırıl pırıl masmavi gökyüzü ile tamamlanmış gün yok gibi neredeyse. Koyu renkli bulutlar, kasvetli rüzgârın eşliğinde kendilerini gösteriyor. Kasvet, sadece hava durumuna özgü değil. Medyadaki manşetler de karanlık, sevimsiz bulutlar gibi. Gönül yağmur sonrası toprak kokusunu, ferah bahar rüzgârlarını arıyor. Bu arayışın kısmen yerini dolduran, bahar tazeliğini yaşatan bir konsere katıldım 13’ü cuma akşamı.
***
Konser, eğitimde fırsat eşitliği adına, Darüşşafaka yararına, Şişli Belediyesi Kent Kültür Merkezi’ndeydi. İki bölümden oluşan konserde Puccini, Lehar, Catalani’den aryalar, halk şarkıları, Zülfü Livaneli besteleri söylenecekti. İkinci bölümde orkestrada Grup Rönesans, ilk bölümde piyanoda Rayna Popova vardı. Bazı aryaları seslendirecek tenor Ömer Serkan Bakır’dı. Konser, halihazırda bu kadro ile heyecan vericiydi; fakat gecemizi daha özel kılan bir isim vardı. Kadın hastalıkları ve doğum uzmanı değerli büyüğüm Op. Dr. Karin Bozkurt söyleyecekti. Almanca, İtalyanca, İngilizce, Ermenice, Türkçe, Mergelce söyledi de. Sesiyle, performansıyla, duyarlılığıyla kendisini dinlemek, bize hem mutluluk hem de ilham verdi. Akşamın genelinde Soma’da hayatını kaybeden maden işçileri ve Gezi Parkı için gösterilen duyarlılık ayrıca önemliydi. Konserin kapanışında seslendirilen Esin Özlem Aydıngöz’ün Soma için bestelediği parça duygu yüklüydü. “Bir gökyüzü düşüş / Yerin altında / Bulutlar kömürden / Uçurtmalar da” sözleri sadece müzikseverlerce değil, toplumun her katında duyulmalı. Gündem hızla değişiyor ve hafızlarda detaylar kaybediliyor. Buna karşılık duyarlılık somut karşılılık bulmalı. Devletin denetim mekanizmaları işlerlik kazanmalı, insan yaşamının değerini toplum olarak hissedebilmeliyiz. Eğitimde fırsat eşitliğinin temelde yer aldığı bu süreçte, insan yaşamını kadercilik anlayışından çok daha üstün bir yerde tutabilmeliyiz.
***
Karin Bozkurt’u dinlerken, sanatın yaşamımızdaki yerini düşündüm. Konser kitapçığında paylaştığı üzere, iki çocuk annesi büyüğümün gösterdiği azim ve başarı ortadaydı. Takdiri, salonda yankılanan alkışlarda hissediyorduk.
Kimi tıp fakültesi mezunlarının sanatın farklı dallarındaki yaratıcılığına, farklı zamanlarda değinilmiştir. Hem hekim, hem de müzisyen/sanatçı olarak anılmak esprili olur elbette. Eğitim ve çalışma yaşamının zorluğuna karşılık, sanatsal etkinliklere ayrılan emek ve gayret sanırım dikkati çeken. Bu doğrultuda algılamayı seçiyorum ve kanımca odaklanılması gereken ‘istek ve çaba’. Zira resim, fotoğraf, müzik, yazı, tiyatro, sinema mesleğe değil, ruha açık disiplinler. Yeteneğin önemi yadsınamaz; ama dileyen dünyasında sanata yer açabilir. Yaptıklarımızın, yapabileceklerimizin her zaman bir isme de ihtiyacı yok. Sanatçı, yazar, aktör diye anılmasak da olur. Mutluluk esastır. Kaldı ki günümüzde sanat birçok açıdan maddiyatın gölgesinde, bireyin kendini ifade edebileceği nice manevi yol sessizlikle karşılanıyor. Oysa bu varoluş penceresinde bir yanılsama. Maddiyatla çarpıtılmış toplumsal algıları görmezden gelmeli, harekete geçmeli. Şarkı söylemek, fotoğraf/film çekmek, resim yapmak, yazmak, sahne almak gerek. Sanatı meslek olarak benimseyenlere saygım sonsuz; buradaki değindiğim biz amatörlerin de yayılabileceği geniş bir varoluş coğrafyası olduğu. Tıpkı görmek istedikten sonra, gökyüzündeki her yıldızın ayrı güzelliği gibi…
Karin Bozkurt’un konserinden ayrılırken mutluydum ve cesaretlenmiştim. Köşe yazılarım kadar ilerleyen zamanlarda yazmak, paylaşmak istediğim hikâyelerim var. Hem müziğin, notaların selamı sadece bana değil, hepimize…