Irak’ta son bir haftada yaşananlar dengelerin hâlâ tam olarak sağlanamadığının kanıtı. Bünyesinde dağınık bir etnik yapı barındıran ülkelerde, yerleşmemiş sistemlerin getireceği ancak sosyal fay hatlarının derinleşmesi olabilir. Ortadoğu’nun hemen hemen her bölgesinde yaşanan budur.
Hemen yakınımızda yine kan gövdeyi götürüyor. Irak’ta son bir haftada yaşananlar dengelerin hâlâ tam olarak sağlanamadığının kanıtı. Bünyesinde dağınık bir etnik yapı barındıran ülkelerde, yerleşmemiş sistemlerin getireceği ancak sosyal fay hatlarının derinleşmesi olabilir. Ortadoğu’nun hemen hemen her bölgesinde yaşanan budur.
Tarih boyunca bölgenin hiçbir hakimi burada yaşayanları ‘yalnız başlarına’ bırakmadı. Ne Osmanlı’dan önce, ne Osmanlı’dan sonra, burada yaşayan halkların kendi yönetimlerini oluşturmalarına izin verildi. Osmanlı idaresi boyunca da bu değişmedi. Dolayısı ile, bölge Mısır veya İran veya Türkiye gibi devlet geleneği ile yoğrulmadı, bu tecrübeden yoksun serpildi, tabii buna serpilme denebilirse.
Osmanlı’yı da emperyalist bir güç olarak değerlendirirsek, Yavuz Sultan Selim’in buraları İstanbul’a bağladığı dönemden bu yana, yayılmacılığın ciddi adımlar attığı bir coğrafyadan söz ediyoruz. O dönemlerde petrol veya doğal gaz kaynakları yoktu ancak bu toprakların üç kıtayı birleştiren konumu hep stratejik bir önem arz etmişti.
Bir zamanlar Memlukler ile Osmanlılar, daha sonra Osmanlılar ile İranlılar ve son yüzyılın başlarında Batılılar: Britanyalılar, Fransızlar, Almanlar… Bu topraklarda olup biteni tartışırken herkesin Britanya ile Fransa arasında gizlice akdedilmiş Sykes – Picot Anlaşması’ndan söz ediyor. Ancak yine aynı dönemlere rastlayan Berlin – Bağdat demiryolu projesi de yabana atılmamalı… Almanların ne pahasına olursa olsun buralara hâkim olma arzusunu kim yadsıyabilir? Kasım 1918’de yenilene dek Almanya’nın bu takıntısı İstanbul’u hep rahatsız etmemiş miydi?
Birinci Dünya Savaşı’nı sona erdiren 1919 Paris Barış Görüşmeleri’nde hem Arapların hem de Yahudilerin buraları Amerikan mandasına sokmak istemeleri ya Başkan Wilson’un toplantılar süresince verdiği mesajlardan1 dolayıydı ya da Britanya ile Fransa’nın katı emperyalist tavırlarından dolayıydı. Siz bakın ve görün ki bugünlerde Ortadoğu politikası yüzünden yerden yere vurulan ABD, o günlerde kendisine getirilen manda önerilene dönüp bakmamıştı.
Bu topraklarda her zaman Büyük Oyunlar2 oynanmıştır. Elbette devletler, kendi ulusal çıkarları doğrultusunda, dolaylı destekledikleri gruplar vasıtasıyla veya doğrudan müdahale ederek oyuna taraf olmuşlardır. Bu anlamda, esas itibarı ile safların kimlerden oluştuğunu, kimlerin kimlerle ittifaklar oluşturduklarına iyice bakmak gerek.
Burada Türkiye gibi yanlış ittifaklar oluşturan ya da hiç ittifak oluşturamamış ülkelerin işi her zaman zor olmuştur... İran ile hem birlikte hem ayrı, Suriye ile ipleri koparmış, Mısır ile köprüleri atmış, geliştirdiği diplomatik söylemin uygunsuzluğundan Avrupa ile sorunlu, Rusya’da çok da dikkate alınmayan bir kimliğe bürünmüş bir Türkiye var ortada. Bunun yanında, bölgenin tek demokratik gücü, kendisine yöneltilen terör eylemlerine karşı tek doğru dürüst dayanışma geliştirebileceği İsrail ile de mesafeli, soğuk veya “siz ne derseniz deyin o” durumunda. Amerika ile olan ittifakını ise uzun zamandır anlamak pek kolay değil.
Etrafta bu denli sıkıntılı bir süreç yaşanırken, ateş çemberi kimleri yutabilir hesapları yapılırken, Ankara’nın pek tasasız bir tutumu var sanki. Oysa Türkiye, bugün vezir olanın yarın rezil olabileceği bir coğrafya ve dönemde bu kimlik ve tutum ile Büyük Oyunun bir parçası olamaz. Zaten Ankara adeta dışlanmış vaziyette… Hem de çoktan beri.
Foreign Affairs Dergisi’ni senelerdir düzenli takip ediyorum. Böylesine inişli çıkışlı bir bölge hakkında çıkan onlarca yazı içinde Türkiye’den söz eden tek bir makale okudum şu ana dek. O da Kürt bölgesi ile ilgiliydi ve Ankara’nın bu konudaki siyasetini yorumsuz veriyordu. O kadar! Demek ki yabancı gazeteciler, konunun uzmanları Ankara’nın Ortadoğu’daki politikası hakkında ciddi hiçbir şey düşünmüyorlar. Bu batı için böyle olduğu gibi İslam âlemi için de geçerli, ne yazık ki.
Gelinen noktada, Büyük Oyunun yeni bir yorumu oynanıyor. Sahne Suriye ve Irak. Oyuna dâhil olanlar, suni yaratılmış güç odaklarının uzun zamandır hükmedemedikleri etnik gruplar. Yöntemlerini kabul etmek olası değil. Konvansiyonel savaştan söz edilemeyeceği bir ortamda, kazanmak için her yol mubahtır mantığı ile gelişen olayların ışığında, buralarda artık belirlenmiş ve kabul edilmiş sınırlardan, ayakları üzerinde duran devlet yapılanmalarından söz etmek olası değil. Hepsi kendisine göre haklı olduğunu iddia eden, ortak paydada uzlaşma kültüründen uzak insan topluluklarının hemen yanı başında yaşayan bizlerin işi bundan sonra daha kolay olmayacak.
Çok doğru bir atasözü var. “Rüzgâr eken fırtına biçer” der. Bunu iyiden iyiye, inceden inceye düşünmek gerekmez mi?
1 Başkan Wilson’un, “halkların kendi geleceklerini kendileri belirlemesi gerektiği” fikri toplantılara damga vurmuştu.
2 Büyük Oyun esas itibarı ile Britanya Başbakanı Duke Wellington tarafından ortaya atılan bir benzetmedir. Hindistan-Afganistan bölgesi ile ilgili 19. Yüzyılda yaşanan İngiliz – Rus çekişmelerini ifade eder. Ancak daha sonraları Ortadoğu için de sıklıkla kullanılmıştır.