Başarılı hayatlar Iskalanmış mutluluklar

Doğumumuzdan itibaren beynimize ‘başarı ve sonuç odaklı’ yaşam modeli şırıngalıyorlar. Başarı nedir? Sadece sahip olmak mı? ‘İnsan odaklı’ yaşamı küçümseyen modern hayatların mutluluk getirmediğini sadece duvara çarptığınız da mı anlayacaksınız?

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı 0 yorum
25 Haziran 2014 Çarşamba

Ormanın iki ayrı yolundan daha az gidileni seçenleri arıyorum mumla.

Başarıya ve sonuca odaklı hayat tarzı olmazsa olmaz kabul ettirilen gençlerden, ormanın herkes tarafından bilinen yolun seçilmesindeki tek düzeliğin farkına varıp var olmanın keyfini, özgürlüğün keşfiyle mümkün olduğunu geç olmadan anlayanları arıyorum. Hayatın özel, yaşanılabilir ve keyif alınabilirliğinin ancak mutlak özgürlükle olabileceğini kavramış insanları arıyorum mumla.

Oysa ki doğumumuzdan itibaren okul öncesinden yüksek öğrenimimizin sonuna kadar beynimize şırıngalanan tek gerçek olan ‘başarılı olmak’ güdüsü bizi bir ölçüde ‘başarılı’ yapıyor olabilir ama acaba ‘kendimiz’ yapabiliyor mu?

Aynaya baktığımızda o başarının peşindeki hasarı yüzümüzde okuyabiliyor muyuz? ‘İyi’ ve ‘güzel’ yaşam uğruna kapana kıstırıldığımız hayatlarımızda mutluluğu sadece sahip olmakta görenlerimiz duvara çarptıklarında iş işten geçmiş olmayacak mı?

İtiraz etmeyin hemen bu dediklerime. Bir insanın şu hayatta tek hedefi sadece bir aile kurup varlıklı bir yaşam arayışı mı olmalıydı? Bu uğurda örselenmiş ruhların tamirini sadece Allah’a havale etmekle olmuyor zira. Etrafınıza bir bakın. O gülen, sözde mutlu suratların ayrıntılarını gözlemleyin. Nasıl bir bitkinlik, nasıl bir tükenmişlik olduğunu göreceksiniz. Varlıklı bir yaşam uğruna bize verilen talimatları yerine getirmenin mutlu karesinin ayrıntılarında gizlidir o kara noktalar. Bunun adı öğrenilmiş veya öğretilmiş çaresizliktir zira. Yoksayarsınız, duymazsınız ruhunuzun derin deprem dalgalarını ve zamanın akışına bırakırsınız aldatarak her şeyinizi. Lakin bir gün gelir, o derinlik biter, dalgalar yüzeye çıkar. İşte o zaman korkulacak zamandır...

Psikolog Leyla Navaro’nun gazetemizde çıkan ve çok ses getiren yazısından bir alıntı yapayım size:

“...Gençlerimizi nasıl ki dünyaya doğru hazırlıyor, ne tür merhametsiz çarkın içine sokuyoruz? Farkında mıyız? Hayata atılır atılmaz belirlenmiş bir yaşam çıtasını tutturma koşulu, lüks sitelerin çevrelediği semtlerde oturmanın acımasız baskısı, hafta sonları AVM’lerde  geçirmek, marka giyinmek, çocuğunu isimli okullarda okutmak, yüceltilmiş tatil yerlerine gitmek, falanca restoranlarda yemekler gençlerimiz için toplum içinde geçerli sayılmanın, var olabilmenin bir mutlak simgesi oluvermiş! Sahi, hayat denen şey bu mu?”

Bize model diye sunulan hayat bu işte...

***

O ölümsüz, ‘Ölü Ozanlar Derneği’ filmini görmüş müydünüz? Hani, ABD’nin en varlıklı bir kesiminin çocuklarının gittiği katı bir okulda öğrencilerine kalıplaşmış ve sistematize edilmiş, ‘başarılı’ hayatlar vadeden eğitim şekli yerine kendine özgü ve gerçek özgürlüğün yolunu açan, susturulmuş ve sindirilmiş gençlere farkındalık yaratmayı hedefleyen eğitimi veren öğretmen Bay Keating’i hatırladınız mı? Şu sözlerini çok iyi anımsıyorum:

“Eninde sonunda, solucanlara ve böceklere yem olacağınızı bile bile hala ‘kendiniz’ olmak istemiyor musunuz?” Bu fırça aslında, carpe diem’den çok daha fazlasını simgelemiyor mu? Yukarıda Navaro’nun eleştirmeye çalıştığı hayat biçimi yerine kendimizin karar vereceği ve özgürlük denen insan ruhunun en iyi tamir aracına sizi yönlendirecek bir yaşam modelini yüceltmiyor mu?

İtirazlarınızı duyar gibiyim. Ve de bir anlamda haklısınız. Zira insanı sıradışı fikirleri veya yaşam biçimi nedeniyle toplumdan dışlanma tehlikesi kapıda bekleyebilir.

‘Sürüden ayrılanı kurt kapar’ sözüyle beyni biçimlendirilmiş bir toplum bireyi olarak yel değirmenleriyle uğraşan bir Don Kişot olarak görülmek pek de başedilebilir bir durum değil. Lakin yol ayırımında olan, seçimini yapar. Yeter ki, seçim yapabilme özgürlüğü olsun...

O filmde sıradışı öğretmen, öğrencilere başka ‘dünyaları’ anlatabilmek için ölü ozanların kimi ölümsüz şiirlerini okur. Sözcüklerle onlara özgürlüklerinin kapılarını aralar. Ancak büyük bedeller de ödenir, her savaşta olduğu gibi.

Başarılı olmayı sadece sahip ve varlıklı olmakla eşdeğer gören paradigmanın alternatifini yaratmak bizim elimizde. Hayat sadece başarı odaklı değil. İnsan odaklı da yaşanmalı.

Ama anlaşılan, Ölü Ozanlar Derneği’nde olduğu gibi kendi sesleri, sözcükleri olmayan, susturulmuş gençlere kendi şiirlerini söyletebilecek bir Bay Keating lâzım.

 

1 Yorum