Sevgi’yi dışa vurmak, duyumsatmak, içerdiği çok basit, çok yalın, çok saf ama bir o kadar karmaşık gibi duran çok yönlü duyguyu paylaşmak oldukça zordur. Siz yaratır, siz besler, siz büyütürsünüz ve sizin içinizdedir ama dışarı çıkabilmesi size bağlı değildir. Narin, kırılgan ve çekingendir. En küçük şeyden bile etkilenir. Niteliklerine ve taşıdığı değerlere uygun bir ortam bekler. Süzülerek iniş yapabileceği güvenilir bir zeminin varlığından emin olmak ya da en azından duyumsamak ister. Kabul göreceğini, hedefindekini mutlu edeceğini, karşılık alabileceğini umar. Oluşacak bağın geçici değil kalıcı olmasını, yüzeysellik değil içtenlik içermesini bekler. Sürdürülebilir olabilmesi için en önemli gereksinim önemsenme ve güvendir. Kısacası karşınızdakinin onu içinizden söküp alabilmesi, onu dolu dolu yaşayabilmesi, onu paylaşabilmesi, beslemesi ve büyütebilmesi pek kolay değildir, maharet ister. Öncelikle size güvenmesi ve sizi tüm farklılıklarınızla kabullenmesini gerektirir.
New York’ta yaşayan bir öğretmen, lise son sınıf öğrencilerini ‘diğer insanlardan farklı özelliklerini’ vurgulayarak onurlandırmaya karar vermiş. California Del Mar’dan Helice Bridges tarafından geliştirilmiş süreci kullanarak her bir öğrencisini teker teker tahtaya kaldırmış. İlk önce öğrencilere sınıf arkadaşları ve kendisi için ne kadar özel olduklarını belirtmiş. Sonra da her birine üzerinde altın harflerle “Siz çok önemlisiniz” yazılı birer mavi kurdele vermiş.
Daha sonra, kabul görmenin, önemsenmenin toplum üzerinde ne gibi etkileri olacağını saptayabilmek amacıyla sınıfına bir proje uygulatmaya karar vermiş. Her bir öğrencisine üçer tane daha kurdele vererek, onlardan bu töreni gerçek dünyada devam ettirmelerini istemiş. Öğrenciler, daha sonra sonuçları takip edecek, kimin kimi onurlandırdığını tespit edecek ve bir hafta boyunca sınıfa bilgi vereceklermiş.
Çocuklardan biri, gelecekteki kariyer çalışmaları için kendisine yardımcı olan yakınlarındaki bir şirketin üst düzey görevlisini onurlandırmış, adamın yakasına mavi kurdeleyi iliştirmişti. Ardından, iki tane daha kurdele vermiş ve “Sınıfça bu konuda bir projemiz var. Sizden onurlandırmanız için birini bulmanızı istiyoruz. Onurlandırdığınız insanlara siz de fazladan kurdele verin. Böylece onlar da bu projenin devam etmesi için başkalarını bulabilirler. Daha sonra, lütfen bana neler yaşadığınız konusunda bilgi verin” diye rica etmiş.
Yönetici biraz düşündükten sonra başkalarının çok ciddi ve sevimsiz bulduğu patronunun yanına gitmeye karar vermiş. Odasına girerek, onun iş dünyasında gerçek bir deha olduğuna inandığını, onu çok takdir edip örnek aldığını söylemiş. Bu mavi kurdeleyi yakasına takması için izin verip vermeyeceğini sormuş? Şaşkına dönen patron “Tabii ki!” diyerek izin vermiş. Yönetici de mavi kurdeleyi, patronun tam kalbinin üstüne, ceketinin yakasına iliştirmiş. Fazladan kurdeleyi verirken de; “Bana bir iyilik yapar mısınız? Siz de bu kurdeleyi onurlandırmak istediğiniz birine verir misiniz? Bunu bana veren çocuk, okulda bir proje yaptıklarını söyledi. Bu kabul görme, önemseme töreninin devam etmesi gerekiyormuş. Böylece “bunun, insanları nasıl etkilediğini belirleyeceklermiş” demiş.
O gece patron evine döndüğünde, on dört yaşındaki oğlunun yanına oturmuş. “Bugün inanılmaz bir şey oldu” demiş. “Ofisteydim. Üst düzey yöneticilerimden biri içeri geldi ve bana hayran olduğunu söyleyip, iş dünyasında bu kadar başarılı olduğum için göğsüme bu kurdeleyi iliştirdi... Bir hayal etmeğe çalış... Benim bir dâhi olduğumu düşünüyor... ‘Siz çok önemlisiniz’ yazılı bu kurdeleyi tam göğsümün üstüne taktı. Bana ekstra bir kurdele verdi ve onurlandıracak önemsediğim ve sevdiğim başka birini bulmamı istedi. Arabayla eve gelirken, bu mavi kurdeleyle kimi onurlandırabileceğimi düşündüm ve aklıma sen geldin... Ben ‘seni’ onurlandırmak istiyorum. Günlerim aşırı yorucu geçiyor. Eve gelince sana pek ilgi gösteremiyorum. Bazen derslerden aldığın notları beğenmeyince veya odanı toparlamayınca sana bağırıp çağırıyorum... Oysa bu gece bir şekilde buraya oturup, sana benim için ne kadar farklı ve özel olduğunu söylemek istedim. Annen gibi sen de benim hayatımdaki en önemli insansın. Sen mükemmel bir çocuksun. Seni seviyorum” diye devam etmiş.
Şaşkına dönen çocuk ağlamaya başlamış. Bütün vücudu titriyormuş. Başını kaldırmış, gözleri yaş içinde babasına bakmış ve “Yarın intihar edecektim baba…” demiş. Hıçkırıklar içinde “Baba, ben senin... Çünkü ben senin... Beni hiç sevmediğini... Beni hiç önemsemediğini düşünüyordum... Ama artık her şey çok farklı. Sen baba, şu an... oğlunun hayatını kurtardın!” demiş.
Çevremizde bizim de sevgimizi duyumsamak, arada bir de olsa önemsendiklerini hissetmek isteyen insanların var olduğunu sakın unutmayalım.
Arada bir kendi kendimize bir değerlendirme yapalım! Bir sevdiğimizden aldıklarımızın verdiklerimizden fazla olduğunu fark edersek, çok geç kalmadan gereğini yapalım. Bize sunulan sevgiyi paylaşmamız, onu kendi elimiz ve kişisel katkılarımızla da beslememiz gerektiğini asla aklımızdan çıkarmayalım.
‘Almak’ fiilinin en iyi yolu ‘vermek’ten geçse de, unutmayalım ki; hiçbir şey almadan sürekli vermek, Tanrı’ya mahsustur, insana değil!..