Ben bugün doğmuşum. 25 Haziran’da. Beklenenden on beş gün önce. Acelen neydi diye soracak olursanız, sebebini yeni anladım! İbrani takvimine göre doğum günüm 12 Tamuz’a düşüyor. Normal zamanımı beklemiş olsaydım, Yahudi tarihindeki en acı dönem olan 17 Tamuz-Tişa beAv arasında doğacaktım ki... Aşem bunu uygun görmemiş anlaşılan.
Bütün bir yazıyı kendi doğum günüme ayıracağımı düşünmüyorsunuz herhalde. Hayır. Genel olarak doğum günlerinden söz edeceğim.
Kabala’ya göre bebek anne rahmine daha düşmeden, ruhu, doğacağı ülkeyi, aileyi ve zamanı seçermiş. Aşem de ona şöyle dermiş: “Bir birey olan teksin ve yerine başkası konamaz. Şu anda hayatta olan ve gelecekte doğacak hiç kimse, yaratılışımda sana biçtiğim özel rolü yerine getiremez.”
Bütün mesele o rolün ne olduğunu sağa sola sapmadan, kesin bir şekilde anlayabilmek...
Rabi Mendy’nin Facebook’ta doğum gününü kutlayanlara verdiği cevabı hatırlıyor musunuz? “Ben doğum günümü birkaç gün sonra kutlayacağım çünkü İbrani tarihe uyarım.” Sebep? Chabad sitesinde bulduğum bir yazı şöyle diyor: “Lubavitcher Rebbe kişinin Yahudi doğum gününü kutlamasını şiddetle teşvik eder.”
Aslında size bir sır vereyim mi? Tora’da, bütün atalarımızın hayatının, dolayısıyla doğum, yaşam ve ölümlerinin yer aldığı Tora’da söz edilen tek doğum günü hangisidir, biliyor musunuz? Haydi, Tora’mızı açalım: “Üçüncü gün Paro’nun doğum günüydü. Tüm hizmetkârlarına bir şölen verdi” (Bereşit 40:20). Bunu biliyor muydunuz? Bahse girerim çoğunuz bilmiyordu. O halde sır sayılır.
Demek ki, doğum günlerini kutlamak pagan bir âdet. Mayıs ayında 70 Pencere kapsamında İstanbul’a gelen Rabi Blech’in fikri de aynı doğrultuda.
Yahudi geleneği, söylemesi acı ama ölüm günlerine daha çok önem verir ve bunu bir Midraş ile açıklar. Dünyaya gelmek, açık denizlere açılan bir tekne gibidir. Arkasından hüzünle bakılır. Kim bilir hangi maceralara atılacak, hangi fırtınalardan geçecektir. Başarılı olup olmayacağı belirsizdir. Kendine iyi bir isim yapacak mıdır? Ne der Koelet (7.1)? “İyi bir isim, kaliteli yağdan ve ölüm günü, doğum gününden iyidir.” Bu fikri pekiştirmek için yepyeni, gıcır gıcır teknenin denizlere açıldığı gün, seferden dönen bir de tekne olduğunu düşünelim. Evet, darbe almıştır, yorgundur ama salimen limana geri dönmüştür. Kendisine verilen görevi kusursuz yerine getirmiştir. İsim yapmıştır. Sevinç çığlıklarıyla karşılanması gerekir. Oysa yola çıkmakta olan tekneyi kimse daha tanımamaktadır. Bilgelerimizin dediği gibi: “Dürüst kişiler karanlıkta doğar. Ama öldüklerinde herkes bunu hisseder. Miryam doğduğunda kimse onu tanımıyordu. Öldüğü zaman Tanrı’nın onun onuruna yarattığı kuyu, artık su vermez oldu ve yokluğunu herkes hissetti. (Taanit 9a) Aaron öldüğünde, Bene Yisrael’e çölde eşlik ederek yol gösteren görkem bulutları da gitti. Moşe öldüğünde gökten artık man yiyeceği düşmez oldu. (Raşi)
Bütün bunlardan çıkaracağımız ders nedir peki? Alışılagelmişin aksine doğum biraz kederle, ölümse gururla karşılanmalıdır. Neyse ölüm bizden şimdilik uzak dursun!
Bir melek anne rahminde iken bütün Tora’yı bebeğe öğretir. Bunu biliyor muydunuz? Ve bebek tam doğacağı an ağzına vurarak her şeyi unutmasını sağlar. Burnumuz ile üst dudağımız arasında bulunan dikey yarık, meleğin o darbesi sırasında meydana gelmiştir.
Şimdi soracaksınız? Madem unutacaktık, Tora’yı niye öğrendik? Çünkü önceden bildiğimiz bir şeyi hatırlamak, sıfırdan öğrenmekten daha kolaydır da ondan.
Ben bugün doğdum. Ama gün, benim günüm değil. Annemin günü. Ben bir şey yapmadım. Bütün acıyı annem çekti. Laf aramızda akşamüstünden ertesi sabaha kadar uğraştırmışım kadıncağızı.
Bu gün annemin günü. Onun anne olduğu gün. Beni kutlamayın. Annemi kutlayın.