Adadayım, bahçedeyim. Çam ağaçlarının aralarından denizi görüyorum. Bir yanımda sebeb-i hayatım, diğer yanımdan ada kereaturası martı. Koskoca adada yumurtlayacak bir yer kalmamış gibi sen gel, evimizin bahçesine, mutfağın önünde bir avuç toprağın içine iki çilli yumurtayı bırak. O bölge martıların bölgesi, yanaşmak, yan bakmak, uzağından geçmeye kalkmak kessinlikle ‘yassah’. Ti-mon (bu arada Ti-mon Dobermanın tıpkısının aynısı ama pek bir küçüğü, 5 kiloluk bir köpek. Hani, o kadar anlattık; Ti-mon efendi hakkında biraz bir fikriniz olsun) kabadayılık yapıp martılara da “bana bir şey olmaz yaw” şeklinde yanaştığında, karşısında kanat açıklığı 1 metreyi bulan ve ebeveyn içgüdüsü ile saldıran martı gücü karşısında anında “kıyk kıyk” şeklinde kuyruğunu kıstırıp geri kaçmak zorunda kaldığını görünce, biz de bu ‘davetsiz aileyi’ anında kabullenmenin daha akıllıca olduğuna karar verdik. Polyanna’nın ada şubesi sebeb-i hayatıma göre, martı insanlardan uzak duran bir hayvan olmasına karşın bizim bahçeye yuva yapması, hanemize büyük şans getirecek bir olaymış... Bekleyelim, görelim. Şimdilik tek getirdiği şans mutfak kapısının işgal altında olması hasebiynen benim beslenmeye ulaşan lojistik yollarımdan birinin kapalı olması...
Bütün bir kış görüşmediğim yaz dostlarımla adalı olmanın verdiği, ‘kaldığın yerden devam et’ muhabbetlerinin başında benim ‘muhteşem göbeem’ geliyor. Kimileri yukarıdan aşağı süzme şeklinde manalı manalı bakarken, kimileri de hafif hafif okşuyor. Malumunuz, o kadar yazdım, diyet yapıyorum, şöyle yemiyorum, böyle yiyorum, yavaş yiyorum, bol su içiyorum acayip kilo veriyorum filinta olacağım diye filan da falan... Dostlarımın “Ne oldu?” bakışları altındayım. Bende yalan yok, rejimi yaptım – yaptım sonra ara verdim, kaçtık mı? Yapacağım bir daha... Sözüm söz. Hem tamamen yalan olmadı yazdıklarım: ‘fil’ kısmı tamamlandı, şimdi ‘inta’sını da yaptım mı al sana filinta bir ‘ben.’
Biliyorum! Bu aralar bahardan kalma bir sıkkınlık var üzerimde. Neden? Nedenini bilsem size de anlatacağım. Her şey üstüme üstüme geliyor gibi... Hani, “durdurun dünyayı inecek var” muudundayım. Bende bu gelenekseldir, geçer geçer. Sabahları birer Farmaton, bir şeycik kalmaz... Mevsimler ile birlikte oluşan değişimler, gelişimler... Kolay mı?
Önce Muhteşem Süleyman bitti. Naapıcaz şimdi? Çarşamba günlerimin heyecanı, uyku ilacı ve dahi her daim kaynayan kazan; saray hayatının dedikodu haberlerinin yegâne kaynağı... Koskoca devlet-i Aliyye’nin makas değiştirerek güç kaybetmeye başlamasının ibret dolu hikâyesi... Bileceksiniz; “bu dünya ne sana ne de bana kalmaz, Sultan Süleyman’a kalmadı...” diye bir şarkı nakaratı var... Gerçekten de kalmadı. Tevekkeli ne demişler; “ne oldum” dememeli “ne olacam” demeli...
Sonra Survivor. O da bitti. 100 küsur gündür, haftada üç misafirimiz olan gençler artık yok. Naapıcaz şimdi? Herkesin bir dayanma gücü var di mi ama. Önce Sülüman, sonra sur-vivor. Bu kadar travma üst üste... Naapıcaz şimdi cumartesi- pazar- pazartesi akşamları? Ne Turabi, ne Gökan... Onlar açlık – sefalet – ve büyük bir yarışma ve kameralar ordusu baskısı altındayken, koltuğumdan olan biteni seyretmek doğrusu pek bir hoş idi. Milletçe sadist miyiz ne?
Hadi bunları atlatırız, ne Doktor Kimbıl’lar, ne Komiser Kolombo şoklarını atlattık. Ama ya buna ne diyeceksiniz? Klan üyelerinden Herry Pottır’ların kızının çocuğu olunca; artık benim arkadaşlarım büyükanne – büyükbaba oldular. Düşünebiliyor musunuz benim, grama-grapa arkadaşım var. Olacak şey mi bu? Benim bildiğim onlar, kocamaaan adamlar, on yüz milyon bin yaşında filan vardırlar. Benim arkadaşım artık bir dede... Yok artık! Depresyona 5 kala, bunu nasıl atlatabilirim bilemiyorum... Zaten “öyle bir geçer zaman ki” de bitti...
Bitti mi? bitmedi; her ‘genç’ anne babaya gerekli olan ve “okuyan çocuğumuz var” grubunda kalmamızı sağlayan sevgili biricik kızım geçen hafta üniversiteden mezun olmasın mı? Hem de ‘dabıl meycır’ yaparak. Havada uçuşan keplerin üzerine sebeb-i hayatımın “Biz ne zaman mezun olduk? Ne zaman üniversiteyi bitirdik? Ne zaman evlendik, çocuklarımız oldu, büyüdüler ve mezun oldular…” Ahan da bir bu eksikti; 6 sınıftan saydığı tüm bu dönüm noktalarında birlikte olduğumuz sebeb-i hayatımın bu damardan söylemi... Ah şu üniversite bahçelerinde hep var olan ve gözlere kaçan tozlar. Gözlerdeki nemliliğin sebebi heeep bu tozlar... Başka ne olabilir ki?
Evet, sevgili dostlar, hep böyle güzel gelişmeler ve değişimler ile birlikte olalım. Genel yayın yönetmenimin benden uzun yazamadığı için çareyi benim yazılarımı kısaltmakta bulduğundan beri, hep böyle en güzel yerde kesmek zorunda kalıyoruz... Naaapceeen, mecbuuur.
Bir dahaki yazıya kadar, zihinlerdeki paravanların bizleri ayırmayacağı sevgi dolu günlere...