Futbolun sadece iki kale, bir top, çim bir alan ve 22 adamdan ibaret bir olgu olmadığına daha önce yazılarımda sıkça değinmiştim. Futbol, siyasete yön veren, savaş durduran, milli bir felaketi 90 dakikalığına düşünmememizi sağlayan, savaşan milletleri topun peşinde dostça birleştiren, yaşamın ta kendisi olan bir olgu bana göre.
Bu yaz yine dört yılda bir gelen ‘özel yaz’ idi. Yazı özel kılan ise Brezilya’da düzenlenen Dünyanın Kupası idi. Her kıtadan değişik ülkeler boy gösterecekti yine. Yeni yıldızlar parlayacaktı. Benim ilk hatırladığım Dünya Kupası Fransa’da 98 yılında düzenlenen kupaydı. Ricky Martin’in kupa için yaptığı şarkı her çaldığında içimde garip bir heyecan oluşuyordu. Kupanın bir diğer şarkısı ‘Carnival de Paris’ dinlediğimde hâlâ o kupanın yıldızları; Batistuta, Bergkamp, Kluivert Okocha, Hagi, Ronaldo, Bebeto, Zidane ve birçok yıldız gözümün önüne geliyor. Bu isimlerin hepsini izleyerek ve kendi aramızda küçük yaşlarda yaptığımız maçlarda bu isimleri kendimize örnek alarak büyüdük.
Günümüzde kendi adıma ‘özel yazlar’ geldiğinde hayatta belki çok az şeyden duyduğum, 98 yılında yaşadığım o çocuksu heyecanı tekrar tekrar yaşıyorum. Her kupada yeni yıldızlarla tanışıyorum. Babalarımızın “Ben Maradona’yı izledim” cümlelerini ileride çocuklarıma “Ben Messi’yi, James Rodriguez’i, Ronaldo’yu, Neymar’ı izledim” olarak diyebilecek olmak bana büyük bir haz veriyor. Eminim ki benim gibi futbola gönül vermiş insanların büyük bir çoğunluğu da bu heyecanı duyuyor dört yılda bir dünyayı şenlendiren ‘özel yazlardan’.
Düşünün 32 farklı takım, farklı kıtalardan, farklı ülkelerden bir araya geliyor. Nijerya’nın bir köyünde gözünü açmış siyahi bir çocuk ile ABD’nin zengin bir şehrinde doğan başka bir çocuk, Kolombiya’nın kenar mahallesinde futbola yalın ayak başlamış bir çocuk ile Almanya’da gözünü büyük kulüplerin altyapılarında açmış çocuklar. Hepsi bir arada. Yukarıda yazdığım farklılıklar olmadan, eşit şartlarda. Aynı platformda koşturup yan yana nefes alıyorlar. Böyle farklılıkları futbol dışında nasıl bir araya getirebilirsiniz? Ya da başka türlü sormak gerekirse böyle farklılıkları bir araya getiren bir olguya nasıl sadece bir oyun diyebilirsiniz? Futbola sadece bir oyun demek büyük haksızlık olur.
Bir başka açıdan bankınca her millet farklı bir anlam katıyor futbola. Nasıl ki her milletin ayrı bir dili var, kültürü var. Aynı zamanda her milletin bir futbol dili ve futbol kültürü de var. İtalyan ve Yunanlıların defansif futbolu Akdeniz ülkelerinin futbol anlayışını ortaya koyuyor. Brezilya, Arjantin, Uruguay gibi ülkelerin hücum futbol anlayışı Güney Amerika’nın futbola nasıl baktığını anlatıyor. Almanya’nın şahıslar üzerine kurulu olmayan düzeni, Almanların disiplinin anlatıyor. Aslında okumayı bilene futbol gerçekten bir kitap gibi.
2014 Dünya Kupası benim izlediğim beşinci Dünya Kupası. En özeli Türkiye’nin katılmış olduğu 2002 Dünya Kupası olsa da, hemen hepsinden değişik kareler var kafamda. Hepsi bana milletleri tanıttı, birçok yıldızın parlama anına şahit olmamı sağladı. Bazen gülmeme, bazen üzülmeme, bazen heyecandan kalbimin hızla atmasına neden oldu. Bazen Suarez’in ısırıklarıyla insanın vahşiliğine tanık oldum, bazen rakibine eliyle gol atan adamların elinin nasıl ‘Tanrı’nın eline’ dönüştüğü hikâyelerini dinledim. Sonuç olarak futbola bir teşekkür borcum olduğuna kanaat getirdim. Teşekkür ederim futbol, bana hayatın içerisinde olan tüm kesitleri eğlenceli bir yol ile öğrettiğin için. İyi ki varsın.