Her kesimin önceliği Gazze’deki bu anlamsız trajediyi bir an önce sona erdirmek olmalı. Daha fazla masumiyet yitirilmesin, artık masum çocuklar yaşayabilsin diye...
Sigmund Freud hep haklı çıkıyor. İnsanın iki temel yönlendirici güdüsü olduğunu; birinin sevmeye, diğerinin ise yok etmeye yönelik olduğunu söylemişti. Ve bütün bireysel hayatlarımızın bu iki karşıt güdünün birbiriyle mücadelesinden oluştuğunu ileri sürmüştü. Savaşların da işte bu mücadelenin bir sonucu olduğunu belirterek sonuçta kötümser bir tablo çizip aslında barış zamanının da iki savaş arası teneffüs evresi olduğunu da iddia etmişti…
Gazze-İsrail trajedisinin artık neredeyse periyodik olarak tekrarlanır hale gelmesi Freud’u doğruluyor sanki. Her ateşkesten sonra, artık bir daha bunlar gerçekleşmez umuduyla yaşarken, bir bakıyorsunuz yine ve yeniden başlıyor.
Bu trajediyi kimin veya kimlerin başlattığını düşünmenin de bir anlamı kalmıyor gördüğümüz yaşanan acılardan sonra.
Hayatın en masum varlıkları olan çocukların hayata ölüm korkusunun travması ile başlamaları çok üzücüdür, öldürülmeleri ise affedilir gibi değildir.
Hele hele kumsalda oynayan çocukların vurulması sebebi ne olursa olsun kabul edilemez.
İsrail eğer demokratik bir ülkeyse kumsalda o çocukları vuran her kimse veya kimseleri ortaya çıkarma ve en ağır cezayı verme sorumluluğunu taşımaktadır.
İsrail büyük devlet olma iddiasındaysa bunun sorumluluğu ile hareket edip sorunun bir tarafı olarak durumun çözümünde barışa yönelik yaratıcı çözümleri zorlayabilmeliydi.
Ama olmadı, karşısında da barışın peşinde koşmayanlar olunca her Gazze trajedisinde çocuklar ölmeye, halklar da acı çekmeye devam etti.
Ve iki savaş arası nefes alma evresinden sonra gelsin sivil İsraillileri hedef alan Hamas roketleri, gitsin sivilleri uyarmasına rağmen kimseyi ayırt etmeden vuran İsrail füzeleri, bombaları. Sonuç ortada.
Bunun kazananı yok, kaybedeni ise hepimiziz…
Türkiye bu kadar Filistin davasına sahip çıkmışken gönül, bu trajediyi önleme adına sorunu çözmede arabuluculuk yapmasının öneminin anlaşılmasını isterdi. Ama bu da olmadı. İki ülke arasındaki ipler neredeyse tamamen kopmuş durumda. İsrail’in bölgede konuşabileceği tek Müslüman ülke olan Türkiye’ye güven duyması gerekirken Türkiye’nin sert İsrail retoriği ile ‘yeni’ Mısır’ın varlığı ve İsrail hükümetindeki şahinlerin baskısı bunu engellemiş durumda. Ama unutmayalım bugünkü bölge koşulları yarın için geçerli olmayabilir. Bu nedenle Türkiye ve İsrail ne yapıp yapıp bütün karşılıklı sorunlarının ötesinde, bu trajedinin sonlanması için birlikte masaya oturarak en azından Gazze sorununa hakkaniyet ölçülerinde çözüm aramalıdır.
Gazze trajedisi ile ilgili olarak Türkiye’de kimi çevrelerin Türk Yahudi Cemaati’ne, sanki olayları durdurabilecek kabiliyete sahipmişçesine baskı yapması hatta sitem etmesi anlaşılır gibi değildi. Türk Yahudilerinin her şeyden önce eşit Türk vatandaşı olduklarını hatırlatmak ve bunun aksini söyleyenlerin halen Yahudi karşıtlığına ve bunun ötesinde toplumsal nefrete malzeme taşıdıklarını söylemek gerek.
Türkiye’de yaşayan sokaktaki bir Yahudi vatandaşın İsrail’in aldığı siyasi ve askeri kararlarla ne ilgisi olabilir?
İsrail hükümetinin politikalarına ne etkisi olabilir?
Bu bağlamda Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın geçenlerde sarf ettiği şu sözlerin önemini hatırlatmak gerek: “Ben vatandaşlarıma sesleniyorum; vatandaşımız olan Türkiye’deki Musevilere yönelik herhangi bir tavrı ben doğru bulmuyorum. Niye? Onlar bu ülkenin vatandaşıdır, bu ülkenin vatandaşı olmaları hasebiyle onlar şu anda bizim güvencemiz altındadır…”
Sanırım bu konuda Başbakanımız en doğrusunu söyleyerek meseleye nokta koymuştur. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Cemil Çiçek ve Başbakanlık danışmanı Yalçın Akdoğan’ın de aynı tür söylemlerde bulunmuş olmaları bir doğrunun en yetkili ağızlardan ifadesidir...
Her kesimin önceliği bu anlamsız trajediyi bir an önce sona erdirmek olmalı.
Daha fazla masumiyet yitirilmesin, artık masum çocuklar yaşayabilsin diye...