Esmalar

Bahar FEYZAN Köşe Yazısı
6 Ağustos 2014 Çarşamba

Bir zamanlar Hatay’da, Esma adında bir kız yaşardı. Küçük kızların evciliklerini süsleyen doktorculukta, hasta rolü çoğu kez ona kalsa da, hayat diplomayı başka türlü oyunlarla eline tutuşturdu. Bütün kadınlar gibiydi aslında Esma. Sevdiği adamı arıyordu. Yaşadığı köyden onu uzaklara götürecek, mutlu sonu olan bir adamdı beklediği.

Genç kızlığa adım atarken geçirdiği ağır hastalığı, onu günlerce hastaneye mahkûm ederken hayallerini daha fazla süsledi. Günün birinde, onu çok seven hatta hastaneden kaçıracak kadar cesur biri gelecek ve bütün hayatı değişecek gibi penceresinden bakardı sokağa.  Sonra iki çocuk yapmayı, güzel bir evde yaşamayı hayal etti. Babası mermer ustasıydı, annesi ise Hatay’ın merkezi Antakya’da küçük bir kuaförde çalışıyordu. Merkeze bir saat uzaklıktaki Vakıflı’da ne bir sinema, ne de eğlence yeri vardı.

Hastanede geçen haftalardan sonra Esma, Vakıflı köyüne gelen turistleri ilgiyle izler, içlerinden birinin ansızın kendisini fark edeceği günü beklerdi. Sonra yaşadığı yerlerden uçup gitmeyi. Arkasına bakmadan uzaklaşmayı isterdi. Dünyanın altını üstüne getirecek kadar çok gezecekti karşına çıkan adamla. Vakıflı’nın dışındaki dünyaları keşfetmek en büyük hayaliydi.

Aşkla ilk kez, mahallede yakar top oynadığı bir yaz gününde tanıştı. Aynı sınıfta olduğu arkadaşıyla evleri yan yanaydı ve çocuk henüz sünnet olmuş, gömleğinin önünü havada tutarak güçlükle yürüyebiliyordu. Esma’yı izlediği dakikalarda sokağın bir köşesine sıkıştırdı onu, kolundan tutup “seni seviyorum” dedi çocuk. Esma biraz ileride oynayan arkadaşlarının duyduğunu sanıp eve kaçmakta buldu çareyi. Odasına girip yüzünü koltuğa kapadı. Arkadaşlarına tülün arkasından bakıyordu. Utanmıştı. Bu duygusu onu, günlerce hem sokaktan hem de türlü bahanelerle okula gitmekten alıkoydu. Kimselere söyleyemedi ama sonunda kendini hapsettiği odasından çıkardı. Sokağın aynı köşesinde durmamaya özen gösteriyordu. Seni seviyorum diye gelen itiraf, hayallerine indirilmiş bir darbeydi. Korktu. Bu sahneyi zihninde günlerce yaşadı.

***

Başka çocukların aksine televizyonla ilgilenmezdi Esma. Saatlerce ya radyo dinler ya da köydeki kuzularla kendini meşgul ederdi. Hayal kurabildiği her şeyi sevdi. Zamanın hızla akmasını ister, hayallerine zeytin ağaçlarını saklayan bahçelerinin içinden koşarak kavuşacağı günü sabırsızlıkla beklerdi. Yaşıtı kızların aksine okulu önemserdi. Hafta sonlarını fazla sıkıcı bulur, saatin cumartesi ve pazarları hiç ilerlemediğini düşünerek acı çekerdi. Samandağ’ın Vakıflı köyü, Esma’nın hayallerine dar gelirdi.

Derken, bir öğle üstü yeni sünnetli yaşıtı Mehmet, tekrar atağa geçti. Bu kez Esma’yı okulda yakalayarak yemeğini paylaşmak istediğini söyledi. Annesinin özene bezene misafirler için yaptığı tepsi kebabıyla, kekik salatasını gizliden çantasına doldurup kaçırdığını söylemedi, Esma’ya. Tek istediği, teklifinin kabul edilmesiydi.  Esma, çantada yuvarlak plastik bir kapta birbirine karışmış yemekleri görünce, midesi bulandı. Burnunu tutarak plastik kabı Mehmet’e doğru itti. Uygunsuz bulduğu yanaşma manevrasına sinirlendiğini belli etti. Öfkesi Hatay’ın soğuk sabahlarına yükselen sis gibi Esma’nın üzerine çökmüştü, yüzünden okunuyordu. Adımlarını hızlandırarak uzaklaştı. Mehmet’in, arkasından koşarak yetiştiğini görünce bu kez taş kesilmişti. Onun konuşup, kendisini kandırmasından korkuyordu. Bu çocuk hayallerinin önünde duran engel gibiydi. Ama gözlerine baktığında onunla gitmemek için bir sebep de bulamıyordu. Pes etmedi Esma. Bu kez avazı çıktığı kadar bağırdı, Mehmet’in cesaretini kırdığının farkına sonradan varacaktı ama elindeki yemekleri savurarak uzaklaştı yanından. Böyle olmamalıydı. Hayali daha farklıydı.

Gün boyu, sınıfta bir türlü dikkatini toparlayamıyor, Mehmet’in saçma sapan davrandığına söylenip, kendini yiyip bitiriyordu. Öte yandan herkesin gözü önünde ilk kez bir erkeğin ona bir şeyler sunmasından gururlanmıştı. Dersi dinlemedi. Eğer Mehmet, yanına tekrar gelecek olursa, söyleyeceklerini düşünüyordu. Kafasında bir bir hesaplamıştı hepsini.

O gün ve izleyen günlerde, ona verebileceği tüm cevapları tamamlamıştı. Artık en uygun zamanı beklemekten başka yapacak bir şey yoktu. Ama oğlan bir daha onunla hiç konuşmadı.

Okulda onu hâlâ görüyor, arkadaşlarının içinde hâlâ karşılaşıyorlardı. Esma bazen elinde tuttuğu ekmeğiyle ona doğru bakıyor, bazen de yemekhanede başka yer kalmamış gibi davranarak yanına oturuyordu. Ama oğlan suskunluğunu hiç bozmadı. Ne en ufak bir nezaketsizlik yapıyordu ne de kötü bir bakışını Esma’ya yöneltti. Kendisine aşkını ilan eden erkeğin bu kadar çabuk vazgeçtiğini düşünmek, Esma’ya okullar kapanana kadar acıdan başka bir şey vermedi.

***Okulların tatil olduğu bir sabah çarşafı kan içinde uyandı Esma. Kalbi göğsünü sökecek kadar hızlı atıyordu, panik içinde annesinin yanında soluğu aldı. Çamaşırları asmakla uğraşan kadın duyduğu haberle Esma’nın suratına sert bir tokat indirdi. Neye uğradığını şaşırmıştı. Bu kanın nerden geldiğini dahi bilmezken üstüne tokadı da yemişti. “Artık genç kız oldun, tokat adettendir. Git üstünü başını temizle, pamuk bul,” demişti, annesi. Esma, genç kız olmakla, kendisinden süzülen kanın ilişkisini anlamayı beceremedi. İşi başından aşkın annesi, bundan böyle her ay olacağını söylemekle yetindi. Bir de aklına son anda geldiğini fark ettirerek, bunun sadece kadınların başına geldiğini ilave edebilmişti.

Başına gelen, Esma’nın içinden başka duyguları söküp atıyordu sanki. Gergin hissetti. Kasıkları ağrıyor, günler günleri kovaladıkça göğüsleri, giysilerine sığmıyordu artık. Üzerine bol gelse de annesinin sutyenlerimden birini aşırmakta sakınca görmedi. Yatağına uzandı. Yine uzaklara dalmıştı. Uzandığı yataktan öfkeyle doğruldu. Kendisine küsen Mehmet’e mektup yazmaya karar verdi. Oğlanın sessizliğine iyice içerlemişti. Kafasını taşlara vursa azdı. Ancak yazdığı mektupta pişmanlığından eser yoktu. Oğlanın cesaretten mahrum bir korkak olduğunu, ilk engelde vazgeçmesinin zavallılık olduğunu karalamıştı. Kibir dolu mektubu zeytin dalı uzatmaktan çok, oğlanın başına sert bir odun gibi isabet etmişti. Esma günler sonra bu mektubundan da pişmanlık duydu.

Nihayet sıkıcı okul tatili bitmişti. Dualarını ederek evden çıktı. İçinde bir kıpırtı vardı. Sınıfta, bahçede onu arıyordu ama oğlan görünürde yoktu. Akşamları arka bahçeye, sokaklara bakıyordu. Ama yine yoktu. Bir hafta böyle sıkıntı içinde geçti. Sonunda kadınların defne sabunu yapmak için kazanları kaynattığı meydanda Mehmet’in annesine sormayı akıl etti. “İstanbul’daki dayısının yanına gitti,” deyiverdi annesi.

İstanbul kulağında hiç bu kadar uzak yankılanmamıştı.

Oğlanın peşine düşmeye karar verdi. Bu yaşında gidecek hiçbir yeri olmadığını bildiğinden sadece dua etti. Gecelerini İstanbul’a gizlice gitme planları yaparak geçiriyordu.

Böyle yıllar geçti…

Esma 17 yaşında anne ve babasını bir kazada kaybedince kendisini Ankara’daki dul teyzesinin yanında buldu. Bir aşkı yitirdiğini anlatacak değildi ya... Üstelik yitirilmişler ölümle kol kola girmişti.

Hassas bünyesi kimi zaman onu yataklardan çıkarmadı. Ama sonunda hep hayalleri vardı, hayatı çekilir kılan.

Üniversiteyi bitirip doktor oldu. Hastanede tanıştığı başka bir doktorla evlendi. Ortadan kaybolan çocukluk aşkının kimi zaman hayal olduğuna inanıyordu, sadece kendisinin yaşattığı… Ama çoğunlukla ufacık bir kalbi kırmanın sızısını yüreğinde taşıdı.