Gülmek. Bir tartışma ortamında ne kadar yumuşatıcı bir araç. İletişimin içine bir tutam nükte katabilmek. Şen bir kahkaha atabilmek. Keyif ve mutluluk göstergesi olarak… Hoppalıkla veya günahla ilişkilendirmeden. Varlığı duygusal bir zenginlik… Yasakçı zihniyetlerin gülme konusunda büyük korkuları var. Gülmenin ‘tek doğru’yu değiştirme gücünü biliyorlar. Bu yüzden tek doğru olduğu düşünülen dogmaların karşısında gülenleri bir tehdit olarak algılayabiliyorlar.
ABD Başkanı Obama’nın misafir olarak katıldığı bir talk show izledim. Programın ev sahibi Zach Galifianakis, yakışıksız sorular sormakla ünlü bir stand-up yıldızı. (Hangover filmlerindeki Alan karakteri) ABD Başkanı’na yönelik konuşmalarından 1-2 örnek vereyim ve Başkan’ın cevaplarken ne kadar rahat ve komik olduğunu sizin hayal gücünüze bırakayım. Sorular şöyle: ‘Son siyahi Başkan olmak nasıl bir duygu? Görev süreniz bitince de baskette kazanmanıza izin verileceğini düşünüyor musunuz? Oğlunuz da sizin gibi bir inek öğrenci olursa futbol zaten oynayamaz, Başkanlık kütüphanenizi Hawai’ye mi yoksa Kenya’ya mı kuracaksınız? vs vs.’ Obama hepsine gülüp geçtiği yetmez gibi, sunucuyu eşit derecede bozacak 1-2 soru da kendi düşünüp gelmiş. Sonuçta gülmenin bir prestij kaybı olmadığı kanıtlanıyor, ve altı dakikalık program Obama’nın sağlık hizmetlerini tanıtması ile son buluyor.
Gülmek. Bir tartışma ortamında ne kadar yumuşatıcı bir araç. İletişimin içine bir tutam nükte katabilmek. Şen bir kahkaha atabilmek. Keyif ve mutluluk göstergesi olarak… Hoppalıkla veya günahla ilişkilendirmeden. Varlığı duygusal bir zenginlik… Yasakçı zihniyetlerin gülme konusunda büyük korkuları var. Gülmenin ‘tek doğru’yu değiştirme gücünü biliyorlar. Bu yüzden tek doğru olduğu düşünülen dogmaların karşısında gülenleri bir tehdit olarak algılayabiliyorlar. Nedenini anlamak zor değil. Tutuculukta gamsızlığa yer yoktur. Gülmek, başka bir bakış açısını kabullenmektir ve bu yüzden lanetlenmelidir.
Toplum içinde kahkaha atmanın çirkin bulunduğu 2014 senesinin Ağustos ayında, aklıma 1327 yılında İtalya’da bir manastırda geçen bir roman geldi. Umberto Eco’nun ‘Gülün Adı’ adlı romanı. Kitap, din adamlarının hâkimiyetinin kabul gördüğü Orta Çağ Avrupa’sında geçiyor. Gülmek günah sayıldığı için, güldüren kitapların sayfalarına din adamları tarafından zehir sürülmesini ve okuyanların esrarlı bir şekilde ölmesini işliyor. Kitabın içinden bir alıntı yapayım: ‘Gülmenin bu kadar kötü olan tarafı nedir? Gülmek korkuyu öldürür. Ve korku olmadan inanç olmaz. Çünkü şeytan korkusu olmazsa tanrıya ihtiyaç kalmaz.’
Sonuçta anlayış bu. Otorite, tastamam tarif ettiği sınırların korunması için kurallar koymaya çalışıyor. Ancak insan doğasının belki de en elit özelliği olan gülmeyi durduramayacağı için yasaklara başvuruyor. İnsanın bilgiyle, ters fikirle, mizahla arasına duvar örerek, yoruma kapalı dogmalar ile korkuyu sürekli kılıyor. Bunu yaparken de hep din öğesine başvuruyor. Tanrı’nın eğlence ile işi olmadığı ibadet ve ciddiyetle sadakat kanıtlanabileceği öğretiliyor. Bu anlayışla yetiştirilen insanlar da en ufak nükte karşısında hakarete uğramış gibi tuhaf tepkiler verebiliyor. Gülen insan inançsız bulunuyor.
Gerçi üzerine 700 sene geçmiş ama Gülün Adı günümüzdeki gülme anlayışını birebir yansıtıyor. Gülmek hala şeytani bir davranış olarak görülebiliyor. Hiç soru işareti kalmayan bir dünyada yaşasaydık gülmek aptalca olurdu… Ama anladıklarımızdan çok anlamadıklarımız var. Onları çözmek için de biraz hafif yürekli olmak ne güzel olurdu…