Hemen her gün çeviri yapıyorum sevgili okurlar. Şabat hariç. Şu anda tercüme etmekte olduğum kitabın son bölümüne geldim ve başlığı yazdım: ‘Devamlılık ve Mutluluk.’ Birdenbire bugün artık çalışmak istemediğimi ve sadece mutlu olmak istediğimi fark ettim. Ve mutluluk üzerine düşünmeye koyuldum.
Ortalık sessiz... Hava çok sıcak olduğu için evin bütün pencereleri kapalı; odanın birinde klima çalışıyor. Bu sessizlik ve kapanmışlığın mutluluğuma katkısı var. Gerçi pencereler açık olsaydı ve kuş cıvıltılarını duysaydım da mutlu olacaktım. Bir parkta oturuyor olsaydım, hafif bir rüzgâr esseydi ve çocuklar sevinç çığlıkları atsaydı da mutlu olurdum.
Beni mutlu eden şeyler nedir? Deniz, kesinlikle. Mavi ama aynı zamanda yeşil de. Tatile gittiğim zaman sahilde vakit geçirmek, mutluluktur. Yengeç gibi (yengecim zaten) kayaların arasında dolaşmak, bir kayanın üstüne oturmak, suyun şeffaflığını ve bacaklarımın etrafında yüzen balıkları uzun uzun seyretmek, arada sırada telaşla yan yan koşan yengece gülümsemek... Mutluluk işte. Çakıl taşlarının, hafif dalgaların etkisiyle birbiri üzerinde yuvarlanırken çıkardığı ses... Şezlongumu çakıllarla denizlerin birleştiği yere kadar çekmek, uzanmak ve suyun sesini, taşların sürtünme sesini dinlemek... Mutluluk. Denizden yosun ve iyot kokusunun gelmesi... Yaşlı kadınların gençlere inat bikinilerini giyip buz gibi sulara dalması... İnsanın artık kendisine ihanet etmeye başlayan vücudunun ağırlığından ve ağrılarından kurtulduğu sular... Mutluluk.
Güneş tahammül edilmezken masmavi gökyüzünde ortaya çıkan bir bulut... Sonra etrafı kaplayan kapkara bulutlar ve birden bastıran yağmur... Toprak kokusu, canlanan çimler ve affedildiğimizin sözü gökkuşağı... Mutluluk.
Telefon etmeliyim dediğim an çalan telefon... Ve sevdiğimin (ya da sevdiğim birinin) sesi... Mutluluk. Aranmak, desteklenmek, övmek, övülmek, takdir etmek, takdir edilmek, seni özledim, seviyorum diyen sesler... İnsanın dudaklarında inanmaz (ama inanmak isteyen), safça bir gülümseme bırakan tatlı sözler... Mutluluk.
Unuttuğumu sandığım bir şarkının uzaktan duyulması, nakaratına eşlik etmek mırıldanarak, hatırlamak delişmen günleri, belki bir iki gözyaşı dökmek yitirilenler için... Hayır, keder değil, mutluluk. Akan her gözyaşı ile yanakların ıslandığını, ruhun arındığını, dudaklardaki tuzu hissetmek... Mutluluk.
Çikolatalı kocaman bir pasta, kremaya bulanmış meyveler, rengârenk dondurma topları... Turşunun ekşisi, kahvenin kokusu, çayın buruğu... Nanenin serinliği, artık içmediğim sigaranın başı döndüren ilk soluğu... Mutluluk.
Uyandığımda kalkmama daha bir saat olduğunu görmek, rüyamda özlediğim biri ile birlikte olmak, yarım kaldı diye üzüldüğüm bir işi nihayet bitirmek... Mutluluk
Vermek... Mutluluk... Vaktimi, ilgimi, paramı, sevgimi... Hesaplamadan, tartmadan, ölçmeden, biçmeden... Karşılık beklemeden vermek... Mutluluk.
Tüm varlığımla, umutla dua etmek, istemek, söz vermek, Sevgilim Aşem’e yakarmak... Mutluluk. Belki gerçekten, belki hayalimde ama O’nun cevabını duymak, yanağımda bir ürperti hissetmek, O’nun dokunuşu, mutluluk...
Ne var ki artık hiç mutlu değilim. Çocuklar ağlıyor, kadınlar ağlıyor, yirmilik fidanlar ölüyor, çocuklar ölüyor, masumlar ölüyor... Nasıl mutlu olabilirim? Neyi paylaşamıyoruz, bu dünyada herkese yetecek yer varken... İnsanlar gelişmeye, refaha, sağlığa, eğitime, hatta mutluluğa para ayırmalı iken, silahlanmaya harcanan bu servet niye? Gücünü halkının rahatı için sarf edebilecekken, güvenliği için çırpınmak zorunda kalmak niye.
Mutsuzum... Uykularım kaçtı. Yazımın başında saydıklarımın topunu önüme koysanız yüzüm gülmez... Havada titreşimler saçan nefret, beni yavaşça öldürüyor. İki kocaman el ciğerlerimi tırmalıyor sanki.
En büyük mutluluk barış ve huzurmuş, onu anlıyorum. Ve Sevgilim Aşem’e dua ediyorum...