Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın halk tarafından seçilmesi ve Çankaya’ya çıkması ile ‘Yeni Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin resmen ilan edilmiş olduğu söyleniyor. Hayırlı olsun!.. Fransa’da beş cumhuriyet dönemi yaşandıktan sonra Türkiye’nin de yeni bir sayfa açması şaşırtıcı gelmiyor.
‘Yeni Türkiye’ kavramı ‘İkinci Cumhuriyet’ kavramı ile yakından ilintili. Bu tanımlamanın ortaya atılmasından yirmi yıl geçti. O dönemde, ‘İkinci Cumhuriyet’ fikrini ısrarla savunan Mehmet Altan’a göre bu, rejimin bürokratik yapısının değiştirilmesi, devletin ekonomik ağırlığının azalması, şeffaflaşması, rejim üzerindeki ordu vesayetinin kaldırılması ve “tüm toplumsal tabakaların katılımıyla devlet çatısının üretken ve demokrat olarak yeniden çatılma” önerisiydi.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın halk tarafından seçilmesi ve Çankaya’ya çıkması ile yeni bir dönemin başladığı kabul edilecekse 12 yıllık AK Parti yönetimini ‘eski’ Türkiye’de kalmış bir geçiş süreci olarak nitelendirmek gerekecektir.
Ömrümün tamamı Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet döneminde geçti. Her sabah sınıfa girdiğimizde; ‘Türküm, doğruyum…’u gururla söyledik. Siyah önlük ve beyaz yakalı üniformaları hiç sevmedim. Neyse ki zamanla bu giysiler renklendi. Ezberciliğe dayalı eğitimden ve öğretilen resmi tarih söyleminden de hiç haz almadım.
1960 yılında darbe yapıldığında evde bir telaş… “Ne oldu?” diye sorunca; “kabine düştü” yanıtını aldığımda, çocuk aklımla, tuvalette bir şeyler kırıldı diye algıladım, sonra sokağa çıkma yasağı nedeniyle o günkü sınavın iptal edileceğini düşünerek sevindim.
Evet, sık sık askeri darbeler yaşadık, Demirel-Ecevit çekişmesi, sağ-sol çatışmalarından kan gölüne dönen meydanlar, yokluklar, sıkıntılar…
Tek parti döneminde farklı inanç gruplarının karşılaştıkları ayırımcı uygulamalar büyüklerimiz tarafından bizlere aktarılmadı. Haksızlıkların, ayıpların üstü örtüldü hep. 1960-1970 sonrası Türkiye’sinde Şevket Eygi tarafından çıkartılan, başlangıçta ‘Yeni İstiklal’ ardından 100 bin tirajlı ‘Bugün’ gazetesinde sürekli yayınlanan Yahudi aleyhtarı yazılar dışında ciddi bir antisemitizm yaşanmadı. Yahudiler gerçek vatandaş olduklarına inandılar. Türk halkı ise darbelerin etkisiyle Cumhuriyet varsa demokrasiye ihtiyaç olmadığına inandırıldı. Buna inanmanın bedelini faili meçhul cinayetler, hapishaneler, idamlar, kan, fakirlik ve gelişmemişlikle ödedi.
Ama ben kültürel değerlerimin bir parçası haline dönüşen Atatürkçü ilkeler doğrultusunda Cumhuriyet’i sevdim ve ona bağlandım. Dileğim önümüzdeki dönemde yeni cumhurbaşkanının kucaklayıcı ve tarafsız tutumu sayesinde otoriterleşme endişelerinin ortadan kalktığı, bölünmelerin, düşmanlıkların aşıldığı, nefret söylemlerinin geçmişte kalacağı günlerin bizi bekler olmasıdır.
Zafer mi, hezimet mi?
Gazze’de 50 gün süren savaştan sonra Kahire’de bir aylık ateşkes kabul edildi. Kalıcı bir ateşkesin koşulları ise 30 gün sonra ele alınacak.
Hamas askeri kanadı liderleri can havliyle, “artık dayanacak gücümüz kalmadı” diyerek, ateşkesin kabulü konusunda Kuveyt’te bulunan siyasi liderleri Meşal’ı ikna etmeyi başardılar ve gizlendikleri yerlerden çıkarak zaferi kutladılar.
Oysa Gazze halkı çok ağır bir bedel ödedi: 2146 ölü, 17 bin yıkılan bina, evlerini terk eden 400 bin kişi ve harabeye dönen, yeniden inşası en az on yıl alacak bir kent... Bunun bir zafer olmadığını Hamas’ın sözcüleri de biliyordu. Ancak halkın algısının bu yönde oluşturulması zorunluydu.
Netanyahu’nun; “Global bir siyaset güdüyoruz. Popülist bir yaklaşımla veya facebook’tan devlet yönetilmez” demesine karşın kamuoyu yoklamalarında halkın desteğini yüzde 25 oranında yitirdiği ortaya çıktı. Hamas’ın roketlerinin yüzde ellisinin ve tünellerin önemli bir kısmının imha edilmesine karşın İsrail, güvenlik açısından istediğini elde edemedi. Hamas yönetimi yerinde duruyor, denetimin Mahmud Abbas veya Mısır’a geçmesi sağlanamadı. Hamas silahsızlandırılamadığından yeniden güç kazanarak roket saldırılarında bulunmayacağına ilişkin hiçbir garanti yok.
Savaşın insani boyutu, Gazze’de çocuk dâhil pek çok sivilin ölmesi, okul, hastane gibi binaların yıkılması birçok ülkede İsrail karşıtlığına neden oldu.
Hamas’ı hiçbir Arap ülkesinin desteklememesinin sebebi, önceliklerinde Gazze sorununun çözümünün değil, IŞİD gibi global bir tehdide karşı uluslararası bir işbirliğinin hedeflenmesinden kaynaklanmaktadır.