Obama, ABD’nin kimsenin polis gücü olmayacağını, soruna müdahil aktörlerin çözüm için inisiyatif almaları gerektiğini vurguluyor. İşte en sonunda süslü laflar etmekten vazgeçip, gerçeği açıkça ortaya koydu, sonuç gene hüsran. Dünyanın en büyük askeri gücünün bölgede yaşanan insanlık dramına seyirci kalmasına vicdanen isyan ediyoruz. Halbuki ABD’nin askeri müdahale için masaya koyduğu kriterleri vicdan penceresinden değil ulusal çıkarlar açısından değerlendirmek gerekiyor
İslam Devleti (İD) terörüyle mücadele konusunu değerlendiren ABD Başkanı Barack Obama’nın “Henüz bir stratejimiz yok,” yorumu gerek ABD gerekse dünya kamuoyunda ciddi bir hayal kırıklığı yarattı. Çünkü bu açıklamanın öncesinde Irak’ta 8 Ağustos’ta başlatılan ve İD’nin kuzeyde Erbil’e doğru ilerleyişini bir nebze durduran ABD hava operasyonlarının Suriye’de devamının geleceği yönünde bir beklenti oluşmuştu. Bu algının oluşmasında Genelkurmay Başkanı Martin Dempsey ve Dışişleri Bakanı John Kerry’nin İD’le mücadeleye ilişkin paylaşmış oldukları kararlı mesajların da payı vardı. Ancak Obama “yağmasa da gürleyen” profilini belki ilk kez bozarak, en hafifinden Beyaz Saray’ın taktiksel anlamda henüz bir strateji oluşturmadığını sergiledi ve bir planın ortaya çıkmasının ardından bunu Kongre’nin onayına sunacaklarını belirtti.
Geçmiş performansına baktığımızda, Obama gerçekten de kriz anlarında insanların duymak istediği mesajları veren ancak bu mesajların hayata geçirilmesi konusunda ikircikli davranan bir lider. ‘Kırmızı çizgiler’ konusu zaten malum. Yine geçtiğimiz hafta bir konuşmasında “IŞİD bir kanser ve kökünün kazınması zaman alacak” derken bile “kökünün kazınmasından” kastettiği ile kamuoyundaki algı birbirini tutmadığı için belki de tutarsız damgası vuruyoruz. Oysa ki Obama’nın duruşu net. ABD’yi Afganistan ve Irak’takine benzer bir savaşa sokmamak için tüm diplomatik seçenekleri sonuna kadar kullanacak, uluslararası destek arayacak, çok zorda kalırsa da ancak havadan sınırlı bir müdahale ile sorunu çözmeye katkı sağlayacak. Obama, ABD’nin kimsenin polis gücü olmayacağını, soruna müdahil aktörlerin çözüm için inisiyatif almaları gerektiğini vurguluyor. İşte en sonunda süslü laflar etmekten vazgeçip, gerçeği açıkça ortaya koydu, sonuç gene hüsran.
Dünyanın en büyük askeri gücünün bölgede yaşanan insanlık dramına seyirci kalmasına vicdanen isyan ediyoruz. Halbuki ABD’nin askeri müdahale için masaya koyduğu kriterleri vicdan penceresinden değil ulusal çıkarlar açısından değerlendirmek gerekiyor. Bunu anlamak için ABD’nin Irak’a havadan müdahale etme noktasına nasıl geldiğine bakmak yeterli.
Sincar’da mahsur kalan Ezidilere insani yardım konusunu bir yana koyarak dürüst olalım. İD Kuzey Irak’ı hedefleyerek siyasi ve ekonomik anlamda ülkenin en istikrarlı bölgesini ve beraberinde bölgedeki yabancı yatırımcıların varlığını tehdit etti. Dolayısıyla ABD’nin bölgesel çıkarlarına ters düşen bir hamle yapmış oldu. Obama yönetimi, 2003’ten bu yana Irak’ın yeniden inşası için harcanmış maddi manevi tüm çabaların boşa gitmesine engel olmak için harekete geçti. Bunu yaparken de mezhepçi siyaset izleyerek İD’in taban kazanmasına meydan veren Başbakan Maliki’nin gitmesini şart koştu.
Washington’ın İD’e bakış açısını değiştiren bir diğer milat ise Amerikalı gazeteci James Foley’nin İD tarafından infazıydı. Kuzey Irak’taki müdahaleye misilleme amacı taşıyan ve tüm dünyaya servis edilen bu barbarlık gösterisi ABD prestijine darbe vurarak, Obama yönetimine yönelik muhalif seslerin daha gür eleştirilerine meydan verdi.
İD’le mücadelenin Suriye’de devamı içinse şartlar farklı. ABD kırmızı çizgileri ihlal etmiş, eli kanlı Beşar Esad’la müttefik konumuna gelmek istemiyor. Muhalefetin fazlasıyla bölünmüş ve radikal unsurlarla iç içe geçmiş olması Washington’ı İD ile Esad arasında tercih yapmak durumunda bıraktığından müdahale için ayak direniyor. Maliki’nin gitmesi için yapılan baskının bir benzeri, en azından iktidar paylaşımına Esad’ın ikna edilmesi için başta İran olmak üzere bölgesel aktörlerin desteğine ihtiyaç var. Bu sebeple Dışişleri Bakanı Kerry’nin bölgede bu hafta başlayacak diplomasi turundan yeni bir Suriye zirvesi çıkar mı görmek gerek.
İD, ülkelerinden örgüte cihatçı akınının önüne geçmeye çalışan Avrupalı devletler de dahil olmak üzere bölgede adını aynı safta göremeye alışık olmadığımız aktörleri tehdit etrafında birleştirerek uluslararası bir sorun olduğunu gerçeğini ortaya koydu. ABD ise kendi canı yanmaya başlayınca durumun ciddiyetini daha fazla kavramaya başladı. Başka 11 Eylül’lere gerek kalmadan ivedilikle strateji belirlenmesine ihtiyaç var. Bu stratejide İD’e zemin hazırlayan iç ve dış dinamiklerin önüne geçmek amacıyla bölgesel aktörlerin de dahil olduğu uluslararası bir koalisyonun desteği ve bir an evvel harekete geçebilmek için ABD’nin itici gücü gerekiyor.