2014 yazının son günlerini yaşarken kimimiz kısa soluklu, kimimiz kısmen uzun tatiller yapmayı başarabildik. “Ah şu tatil hiç bitmese” temennileri etrafımızda uçuşurken işe ya da okula geri döndüğümüzde “hafta sonu üç gün olsa ya!” feryadı hepimizin diline pelesenk olacak yine. Zaman, aslında tanımı yapılması en zor kavramlardan biri olarak karşımıza çıkıyor. İçinde bulunduğumuz âna göre geçmiş ve gelecek olarak sınıflandırdığımız tek yönlü bir çizgide ilerliyor. Fizik, matematik ve hatta felsefenin en önemli uğraş konularından olan zaman kavramı için günümüze dek -ve hatta bugün bile- pek çok düşünür kafa yormuş ve birçok bilim adamı teoriler üretmiştir.
Bugün, içinde bulundurduğumuz zamanı sınırlandırmak için dünyanın genel olarak kabul ettiği Miladi takvimi kullanmaktayız. Güneş yılı esasına göre hazırlanan bu takvim ilk defa Mısırlılar tarafından kullanılmıştır. İyon, Yunan ve Roma uygarlıkları tarafından geliştirilen ve Roma İmparatoru Julius Cesar ile Papa XII. Gregor tarafından düzenlenerek günümüzdeki şeklini alan Miladi takvim (Gregoryan Takvimi), milat olarak Hz. İsa’nın doğum gününü kabul etmiştir. Bununla beraber uygarlıkların, zamanı kullanabilmek için birçok takvim hazırladığı görülür. Örneğin Antik Yunan’da ilk olimpiyatlar (MÖ 776), Yahudilerde ilk yaradılış günü (MÖ 3760), Hıristiyanlarda Hz. İsa’nın doğumu (0), Müslümanlarda Hicret (MS 622); milat, yani başlangıç olarak kabul edilmiştir. Genel olarak bakıldığında olimpiyat oyunları da dahil olmak üzere dini temeller üzerine oturtulan zaman kavramına; çok bilinmeyen, ancak ortalama 12 yıl boyunca Fransa’da kullanılan Fransız Devrim Takvimi farklı bir bakış açısı getirmiş ve aydınlanmacı, materyalist, pozitivist ve tam anlamıyla Jakoben bir hamle olarak tarihteki yerini almıştır.
Bugüne dek Fransız Devrimi dinamiklerini okumama rağmen benim için yeni sayılabilecek bir keşif olan takvim hakkındaki geniş bilgiye ne yazık ki Türkçe kaynaklar üzerinden ulaşamadım. Öyle ki yabancı kaynaklarda da unutturulmak istenirmişçesine az yer kaplayan ve bu haliyle bile ayrı bir tartışma konusu oluşturabilecek takvimi incelediğimde kendine milat olarak, bayrağının mavi-beyaz-kırmızı renklerde, marşının Marsaillaise, sloganının özgürlük, eşitlik, kardeşlik olduğu Birinci Cumhuriyet zamanına denk gelen 22 Eylül 1792 tarihini seçtiğini gördüm. Günümüzde dindarlar tarafından ‘panteist’ olarak suçlamalara tabi tutulan takvimin mevsimleri ve ay isimlerinin iklim durumuna göre şekillendiği görülüyor. Örneğin sonbahar mevsiminin ilk ayı 22, 23 veya 24 Eylül’de başlıyor ve ‘bağ bozumu’ ismiyle anılan Vendémiaire’e denk geliyor. 21, 22 veya 23 Kasım’da ise kış mevsimi Nivôse (karlı) ayıyla, 20 veya 21 Mart’ın başı çektiği ilkbahar, Germinal (filizleniş) ayıyla ve 19 veya 20 Haziran itibariyle başlayan yaz mevsimi ise Messidor (hasat) ayıyla başlıyor.
İster Roma paganizmi olsun, ister Hıristiyanlık... Tüm dini etkileri silip bilimsel ve dünyevi adlandırmalarla karşımıza çıkan takvimde haftanın 7 gün olması, yani Dünya’nın yaradılış öyküsü de değişiyor. Yılbaşı eylüle çekiliyor ve artık günler, kimi ayların sonuna dağınık olarak yerleştirilmek yerine yılsonuna bayram günleri olarak ekleniyor. İlginç olan bir diğer ayrıntı da yılın her gününün kendine özel bir ismi olması. 30 günlük olan, 12 aydan oluşan ve haftanın günlerinin 10 gün olduğu takvim için bütün bunlar göz önüne alındığında devrimin getirdiği en büyük meydan okumalardan ve yeniliklerden biri de böylece karşımıza çıkmış oluyor. Kulağa bu kadarı belki biraz fantastik gelebilir, ancak devrime kadar kilisenin büyük etkisi düşünüldüğünde ve egemenlik hakkını Tanrı’dan aldığı iddia edilen mutlak krallıkların yıkılabileceği ortaya çıktığında kaynağını dinden alan her şeyin yasaklanması ve değiştirilmesi doğal.
Takvime göre 222. yılın son günlerini yaşarken Türk devrimini de etkileyen Fransız İhtilali’nden geriye fazla bir şey kalmamış gibi görünüyor. Tüm dünya halklarının hızla pozitivizm ve bilimden uzaklaşıp kaderciliğe, metafiziğe ve dogmalara yönelmesi, eleştirilebilecek noktaları olmasına karşın bu devrimi ve beraberinde getirdiklerini daha değerli kılıyor.