Alacakaranlık

Avram VENTURA Köşe Yazısı
4 Eylül 2014 Perşembe

Düşük voltajlı ya da renkli ışıklar veren gece lambalarını sevmiyorum. Koyu bir karanlık da beni ürkütmez; ancak yattığım odada, perde ya da panjur aralarından sızan yarı aydınlıkta uyumak daha çok hoşuma gidiyor. Kesintisiz bir uykuyla sabahı bulduğumda zaten bir sorun yok; oysa bölündüğünde, yarım kalmış düşler bir yana, odama dolan sokak ya da ay ışığının eşyalar üstündeki yansımaları, bana farklı imgeleri çağrıştırıyor. Gizemli bir el değmişçesine, çevremdeki nesneler o yarı karanlıkta şekil değiştiriyor. Görülmemiş ya da bölünmüş düşlerimi kışkırtan, duygu ve düşüncelerimi eyleme geçirten o özel anlarda, heyecan veren bir dizeyi ya da bir denemenin çıkış noktasını yakaladığımı duyumsuyorum. Göz kırpan o dağınık imgelere yoğunlaşmaya çalışırken, uyku sultanlığının gücü, beni yeniden kendi egemenliği altına alıyor.

Sabah uyandığımda, o uyku arası duyumsadıklarımı, düşündüklerimi anımsamakta zorlansam da, şu soru takılıyor aklıma:

Tümüyle karanlık ya da çok aydınlık ortamlar, bir sanatçının imgelemini ne denli besleyebilir?

Kuşkusuz herkes için bir genelleme yaparak, peşin bir yargıda bulunmak olanaksız; ancak alacakaranlığın ya da yarı aydınlığın, bana daha çok esin kaynağı olduğunu düşünüyorum. Buna sessizliğin yarattığı etkiyi de eklemek isterim. Sanki bu ortam dış dünyadan soyutlanarak içime dönme, kendimi dinleme, düşüncelerimde yoğunlaşma olanağını sağlıyor. Belki alacakaranlığın gizemine sığınan birçok sanatçı ve yaratıcı için de benzer sözleri söyleyebiliriz.

Özellikle simgelerin çağrışımlarına açık olan bir şiir, bu koşullarda daha iyi yeşerebilir; ancak ilk kıvılcımların çakmasına, ilk dizenin dile gelmesine kadar!.. Sonrası, yani yazma, üstünde çalışma süresindeki ortam, kendi payıma iyice aydınlık olmalıdır. Bir karanlıktan aydınlığa çıkış gibi…

Deneme türünde ise nokta ile biten tümcelerden çok, ünlem, üç nokta ve soru imleri beni daha çok kışkırtır, düşünmeye yönlendirir. Tümceye dönüşmüş sözün ise ucu açıktır. Hem yazdıklarımda, hem de okuduklarımda… Bir başka deyişle sözler, alacakaranlıktadır! Düşündüklerimden kuşku duyabilirim, bildiklerimi sorgulayabilirim, onların üstünde yeniden yoğunlaşabilirim… Oysa bir nokta imi, yazarın penceresinden baktığımızda, daha çok bir kesinliği ortaya koyar. Siyah ve beyaz gibi… Ya ikisinin arasında yer alan gri tonları?

Bana göre bir sanatçı, bu gri tonları içinde kendine bir çalışma alanı bulur. Gri, karşıtlarını içinde barındıran renktir. Aydınlık ve karanlık, iyililik ve kötülük, sevgi ve nefret, varsıllık ve yoksulluk gibi…

Bir varsayıma göre dünyaya gözlerini açan bir bebek, öncelikle gri rengini algılar, zaman geçtikçe diğer renkleri tanımaya başlarmış. Yine bu anlatımda da, karanlıktan aydınlığa geçişin ara durakları belirtilmektedir.

            Gri, alacakaranlığın rengidir!