Geçtiğimiz temmuz ve ağustos ayları zarfında İsrail ile özellikle Hamas örgütünün başını çektiği Filistinli militanlar arasında Gazze’de yaşanan çatışmanın ülkemiz kamuoyundaki yansımalarından rahatsız olan, aralarında mühtedi ve ateistlerin de bulunduğu Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı bazı Yahudiler ‘İsrail, Gazze ve Yahudi Cemaati’ başlıklı bir bildiri kaleme alma ihtiyacını hissettiler.
30 Ağustos 2014 itibariyle kamuoyuna ‘Yahudi Aydınlar Bildirisi’ şeklinde mal olan bu tutum beyanına ilişkin görüşlerimi siz okurlarla paylaşmak isterim.
Bildirinin zamanlaması
Bildirinin, çatışmaların yaşandığı 50 gün zarfında değil de ateşkesin sağlanmasından sonra yayınlanmış olması olumlu bir şey. Zira daha önce yayınlanmış olsaydı bunun devletin veya kamuoyunun baskısıyla yayınlandığı izlenimi uyanacak, bu da ülkemizin uluslararası imajına gölge düşürebilecekti.
‘Yahudi Cemaati’ konusu
Bildiriyi kaleme alanlar haklı olarak Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Yahudilerin başka bir ülkenin (İsrail’in) tasarruflarından sorumlu tutulamayacağını ve bu hususa ilişkin fikirlerini kamuoyuna açıklamaya zorlanmalarının da kabul de edilemeyeceğini vurgulamışlar. İyi etmişler!
Ülkemizde, ibadet, sünnet ve gömü gibi dini hizmetleri; hastalar, ihtiyarlar ve fakirlerin bakımı gibi sosyal hizmetleri üstlenmiş olan bir ‘Yahudi Cemaati’ örgütlenmesi mevcut. Ancak bu örgütlenme sadece hizmete odaklı bir yapı. Kaldı ki devlet nezdinde fiilen var olsa da hukuki bir mevcudiyeti yok!
Dahası, günümüz Türkiye’si hukuku, Cumhuriyet devrimi sayesinde çok şükür cemaat-devlet değil vatandaş-devlet ilişkileri üzerine bina edilmiş. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Musevi dinine mensup Yahudi kökenli vatandaşları balık veya kuş sürüsü refleksleriyle değil sahibi oldukları dünya görüşleriyle ve vicdanlarıyla tutumlarını belirleyen bireylerdir. Diğer bir deyişle, kanun hükümleri haricinde, ‘Yahudi Cemaati’ yöneticileri dahil, hiç kimsenin TC vatandaşı Yahudilere neyi ne zaman ve nasıl yapması lazım geldiğini telkin etme selahiyeti yoktur.
Irkçılık konusu
Irken saf bir Türkiye halkı olmadığı gibi ırken saf bir Yahudi toplumu da yoktur. İkinci Dünya Savaşı ertesine kadar özellikle Yahudilere yapılan ayrımcılık bağlamında kullanım alanı bulmuş olan bu kavram, günümüzde koyu veya sarı derililere yapılan ayrımcılığın tarifi bağlamında bir şey ifade etse de fiziksel özellikleri geniş toplumdan farklı olmayan bireyler arasındaki nefret ilişkisini izah etmekte yetersiz kalıyor. Ülkemizdeki ‘ırkçılık’ sorunu kişilerin fiziksel özellikleriyle değil dinsel ve mezhepsel aidiyetlerine duyulan mantık dışı nefretle bağlantılı bir olgu. Altını biraz kazıdığımızda ortaya çıkan şey ise esas fay hattının yaşam tarzı ve dünya görüşü eksenli olduğu. Bu ayrımın din veya mezhep farkına indirgenmiş olmasının vebali ise maalesef bu konuların kaşınmasından siyasi kazanım sağlayan siyasilerin boynunda.
Teşbihte hata
Bildiride “IŞİD’in vahşetinden, hareketin içinde bazı Türkler olduğu için bütün Türkiye halkı sorumlu tutulamayacağı gibi, İsrail’in yaptıklarından Türkiye Yahudi Cemaati sorumlu tutulamaz,” deniyor. Diğer bir deyişle, siyasi amaçlar için terörü bir yöntem olarak benimsemiş olan gayrimeşru bir örgütle (IŞİD) kendisi teröre maruz kalmış olduğu için mukabele etmek zorunda bırakılmış meşru bir devlet (İsrail) mukayese ediliyor. Oysa, ülkemiz basını hariç, Arap basını dahil bütün Batı basını, çatışmaların Gazze’den İsrail köy ve kasabalarına yani sivil ahaliye yapılan havan topu ve füze saldırıları yüzünden başladığını yazdı. Çatışma, Mısır’a yönelik kaçakçılık tünellerinden çok daha vahim ve stratejik tehdit içeren İsrail içlerine kazılmış saldırı tünellerinin varlığını ortaya çıkardı. Türkiye kamuoyu ise nesnellik engelli basınımız tarafından eksik bilgilendirildi; İsrail bahane edilerek topluma etkisi yıllarca silinmeyecek bol bol Yahudi aleyhtarlığı aşılandı.
‘Unutulan’ paragraf
“İnsan Olduğumuz İçin İsrail Saldırganlığına Karşıyız” ara başlığı altında “Ama hepimiz, İsrail’in saldırganlığına, militarizmine, genişlemeciliğine ve Filistin halkına uyguladığı şiddet politikalarına karşıyız. Bunun da bilinmesini isteriz” cümlesi çatışmanın sadece İsrail tarafına atıfta bulunduğu için oldukça sorunlu.
Oysa söz konusu bildirideki son paragraf şöyle olabilirdi:
“Bu vesileyle, siyasi amaçları icin özellikle İsrailli sivilleri hedef alan, camileri, okulları, BM tesislerini ve hastaneleri füze rampası, komuta merkezi ve cephanelik olarak kullanarak kendi sivil ahalisini canlı kalkan yapan Filistin örgütlerinin de kınanmasının gereğine işaret etmek isteriz.”
Zira, bir trafik kazasında bile kazayı yapanın, kazaya uğrayanın, yol ve hava durumunun mesuliyet payları irdelenir. Akademisyen ve gazeteci ağırlıklı Yahudi aydınlarımızın sadece İsrail’in taksiratına odaklanırken Hamas ve bilumum diğer örgütlerin marifetlerine değinmemiş olmalarını maalesef medeni cesaret ve/veya nesnellik gradolarının bir göstergesi olarak degerlendirmek gerekiyor.