Beyazıt Kulesi’nin tepesinden başlayıp, Galata Kulesi’nin fırdöndü balkonunda biten bir yazıdır okuyacağınız… Arada elbette, bu iki tarihi kuleyi birbirine bağlayan Galata Köprüsü’nden de geçecek kalemimiz…
Senekerim Balyan Usta’nın, yangın gözetleme amacıyla, dikine oturtulmuş bir Osmanlı topuna benzeterek yaptığı Beyazıt Kulesi’nde, İstanbulluların yüreklerini ağzına getiren olay, 1900’lerin başında yaşanmıştır!
Beyazıt Kulesi’nden yangınlar gündüz sepet, gece ise fener asılarak duyurulurdu. Sepetlerin dili şöyleydi: İki yana iki sepet, yangın sur içinde demektir… İki yana birer sepet, yangının Kadıköy, Üsküdar tarafında görüldüğünün işaretidir… Bir yana tek, bir yana çift sepet ise yangının Beyoğlu tarafında olduğunu haber verir.
O gün, kulenin baş memuru Mehmet Şükrü Efendi, sur içinde çıkan bir yangını tulumbacılara haber vermek için, arkadaşı Hallaç Ali Baba’yla çifte battal sepetleri asmak üzere pencereye çıkar. Aksi gibi de o gün evlerin kiremitlerini uçuran, ağaçların dallarını kıran bir rüzgâr vardır. Salıncak gibi sallanan sepetlerin halatı, Hallaç Ali Baba’nın koluna dolanarak talihsiz adamı boşluğa çeker. Mehmet Şükrü Efendi, asılı kalan arkadaşını kurtarmak için uğraşırken, rüzgâr ona da aynı oyunu oynar ve aşağı iter… Ağızları yüreklerinde, Beyazıt Kulesi’ndeki can pazarını seyreden İstanbulluların korktuğu olmaz! İki görevli düştükleri fırdöndü balkonun korkuluklarına tutunarak kurtulurlar.
Beyazıt Kulesi’ne bakıp da, bu olayı anımsayanların artık kalmadığını bir kenara bırakalım, kulede sepet asmanın zorluğu ve tehlikesinden dolayı bu işi bir zamanlar mahkûmlara yaptırıldığı bilgisine sahip olan dahi İstanbul’da pek azdır.
Yıllarca yangınların gözlemlendiği Beyazıt Kulesi, gönüllere düşen ateşin daha da büyüdüğü yer olmuştur. Nasıl mı? İstanbul Üniversitesi’nde bir öğrenciye, Türkan Saylan’a kulak veriyoruz: “Merkez binanın bahçesindeki görkemli kule uzun yıllar bizim için gizemli ve ürktüğümüz bir yer olarak kaldı. Çevresini dolaşır, tepesindeki hava durumunu veren renkli ışıklarıyla ilgilenir, ama içine girmeye cesaret edemezdik. Aradan birkaç yıl geçtikten sonra bir gün arkadaşlarla gıcırdayan tahta merdivenleri tırmandığımızda, hiç de korkulacak bir yer olmadığını anladık. Gençler merdivenleri çıkmaya başladılar mı, tepedeki bekçi kulak kesiliyor, ayak sesleri yavaşlarsa, çıkanların yakın birlikteliğini önlemek üzere, ‘İlerleyelim, ilerliyelim baylar’ deyiveriyorlardı. Yine de tepeden gelen uyarılara karşın, gençlerin karanlık merdivenlerde el ele tutuşarak ilk günahlarını (!) işleyebilmeleri için çok uygun bir mekân olduğunu ve Beyazıt’ta eğitim görmüş herkesin en az bir kez bu kuleye bir anı yatırdığını söyleyebilirim.”
Türkan Saylan’ın bu açıklamasından sonra, kuledeki bekçilerin bir başka görevini daha öğrenmiş oluyoruz: Demek ki, Saylan’ın sözünü ettiği 1950’li yıllarda, kule bekçileri sadece İstanbul’da değil, merdivenleri çıkan öğrencilerin kalplerindeki ateşi de büyümeden söndürme çabasındaydılar!... Biz de bu bilgiyi İstanbul’un gizli tarihine kayıt düşelim.
1898 yılında, yangına koşan tulumbacıların bir tablosunu yapmaya karar veren saray ressamı Fausto Zonaro, Galata Köprüsü’nü mesken tutar. İtalyan ressam, daha önceleri köşe başlarında tulumbacıların geçişini gözlemleyip eskizler çizmiş olsa da, tablosuna mekân olarak Galata Köprüsü’nü uygun görür. Zonaro, anılarında köprüdeki çalışmalarını şöyle anlatır: “Bir gün beş ekibin geçişini izledim. At üstünde, gecikenlere çıkışan şefleriyle, tam beş takım. Konuyu aklımda tutmaya çalıştığım o anda fırçalarıma hiç el sürmedim. Sonra Köprü’deki kahveye inerek uzakça bir pencere yanına oturdum ve izlenimlerimi döktürdüm.”
Zonaro, Galata Köprüsü’nde yangına koşan tulumbacıları içeren tablosunu atölyesinde tamamlarken, eskizlerinin yanında, yardımcısı Gianni’den de yararlanır. Gianni, resimdeki pek çok figürün ortaya çıkması için, ressama tulumbacı olarak poz vermiştir. İtalyan delikanlı, Zonaro’nun karşısında girdiği tulumbacı rolüne öylesine kaptırır ki kendini, bir gün ortadan kaybolur… Zonaro, yardımcısının Beşiktaş Tulumbacı Takımı’na katıldığını öğrenecektir
‘Tulumbacılar’ ya da ‘Yangın Var’ adlı tablonun ilginç öyküsü, sadece resimde model olarak kullanılan Gianni’nin tulumbacı olması değildir! Resmin sol tarafına bakıldığında, köprünün kaldırımında tulumbacıları seyreden insanlar arasında bir kadın ve bir erkek görülür. Dikkatli gözler, bu çiftin Zonaro ve karısı Elisa olduğunu göreceklerdir. Tabloyu görmek isteyenler ise boşuna heveslenmesin. Çünkü bu büyük tablonun nerede olduğunu kimse bilmemektedir. (Şimdilik!)
Beyazıt Kulesi’nden başladık ve Galata Köprüsü’nden geçerek ulaştık Galata Kulesi’ne… Burada da bizi, İstanbul’un bilinmeyen bir sırrı bekliyor!
Galata Kulesi’nde de yangınlar, Beyazıt Kulesi’nde olduğu gibi geceleri fener asılarak haber verilirken, gündüzleri sepet yerine bayrak asma geleneği vardı…
Tek yeşil bayrak, yangının Kadıköy ve Üsküdar yakasında olduğunu gösterir…
Tek beyaz bayrak, yangın Beyoğlu ve Boğaziçi’nin Rumeli tarafında demektir…
Galata Kulesi’ne yangının İstanbul’da, yani sur içinde olduğunu haber vermek için iki bayrak çekilirdi… Bunlar sarı ve kırmızı renkliydiler…
Galatasaray’ın renklerinin, bir kumaşçı dükkânında üst üste tesadüfen gelen iki kumaş topundan ya da Gülbaba’nın bahçesindeki güllerden doğduğu öykülerini biliriz. Başka söylemler de vardır bu konuda.
Biz de ilk olarak, Galata Kulesi’ne asılan iki renkli bayrağın sarı ve kırmızıdan oluşmasıyla, bu semtte kurulacak spor kulübü Galatasaray’ın aynı renkleri kullanması arasında bir bağ olabileceği düşüncesini, daha Galatasaray ortada yokken bile, Galata Kulesi’nde sarı ve kırmızı renklerin yan yana dalgalandığını söyleyerek rüzgâra bırakalım!