Yaz aylarının o en sıcak günlerinde, “tembellik hakkı”mı kullanmanın keyfine diyecek yok doğrusu! Bu işin en güzel yanı, getirdiği bedensel dinlenmenin yanında, sıkça beynimi kurcalayan konularda hiçbir şeyi düşünmemek, sorgulamamak… Özellikle bilgisayarımı açmadığım, dosyaları arasına dalmadığım sürece… Bu da her zaman olanaklı olmuyor. Bir yandan kafamı boşaltmanın keyfini yaşarken, öte yandan bu boşluk ortamı bir süre sonra sorularla dolmaya, beni sıkmaya, rahatsız etmeye başlıyor. Hele bu arada okuduğum bir kitap, izlediğim filmdeki bir sahne, gazetedeki makalede yer alan bir tümce, yeni sorularla yüzleşme nedeni olabiliyor.
Sakın bu sözlerle durumumdan yakındığım sanılmasın! Ben düşünmediğim, sorgulamadığım, yazmadığım sürece kendimi eksikli duyumsuyorum. Yoğun geçen bir dönem sonrası düşünsel tembelliği, bir süre özlüyor görünsem de, aslında içinde bulunduğum bu boşluk süresini yazmaya hazırlığın, düşüncelerin bir demlenme zamanı olarak nitelendirmek isterim. Öyle ki, bir anda beynimde tutuşan küçük bir soru kıvılcımı bile, beni ansızın heyecanlandırıyor, farklı arayışlara yönlendiriyor, yaşama yeniden bağlıyor.
Nitekim ünlü düşünür Sokrates, sorgulanmayan bir hayatın yaşanmaya değer olmadığını söylüyordu.
Sorgulanmayan bir hayat!
Bu söz hepimizi yeterince düşündürebilir. En azından şu soru ister istemez karşımıza dikilecektir:
Hayatı, yaşadığımız hayatı gerçekten sorguluyor muyuz?
Hiç sanmıyorum! Bırakın bunu sorgulamayı, genelde düşünmeyi sevmediğimizi söylemek isterim. Yalnızca yaşıyoruz! Kendimizi bir akışa kaptırmış, yaşamın dağdağası içinde, günlük sorunların çözümü peşinde koşarken, hayatı sorgulamayı daha çok düşünürlere bırakıyoruz. Ancak başta ölüm olmak üzere, karşılaştığımız kimi felaketler karşısında, yaşamın gizlerine soru tümceleriyle yaklaşmaya çalışıyor, yitirdiğimiz değerlere yalnızca hayıflanmakla kalıyoruz. Kuşkusuz bir süre sonra tüm olumsuzlukları unutuncaya değin! Aslında işin kolaycılığına kaçtığımızı söyleyebilirim. Sorgulamaktan çok, kitle iletişim araçlarının bize sunduğu hazır şablonlara kendimizi uydurmaya, onların yönlendirme ve koşullandırmalarına kapılıyoruz.
Çoğumuz, özellikle bilim adamları “neden” ve “nasıl” sorularının yanıtını ararken, düşünürler “niçin” sorusunun yanıtı peşinde koşuyorlar. Bir kanıt bulunamasa da, kimi gizlerin aydınlatılmasında, bireysel doyuma ulaşmada bu soru önemini korumaktadır.
Son yıllarda, bütün dünyada kişisel gelişim yayınlarına olan ilginin arttığını görebiliyoruz. Yoldan çok yolculuğun, bulmaktan çok aramanın heyecanını yaşamak isteyenler için! Hiç değilse kişinin kendini tanıma, yaşamın anlamını sorgulama, duygu ve düşüncelerine daha nesnel yaklaşma yolunda, bu yayınların önemli birer dürtü olabileceklerini sanıyorum.
Nasıl ki bir insanı tanımadan sevmemiz, ona bağlanmamız olanak dışıysa, hayatı sorguladığımız oranda, onu daha iyi anlıyor, anlamlandırıyor, seviyoruz.