Bu akşam, Yahudi kavminin en önemli bayramlarından biri olan ‘Roş-Aşana’ (Yıl-Başı) başlıyor. On gün sonra ise yılın en kutsal günü olan Yom Kipur (Kefaret günü) var. Bu iki önemli bayram arasındaki on gün, Yahudi inancına göre Tanrı’nın kullarına en yakın olduğu, günahlarını doğrudan kendisine itiraf etmek, özür dilemek ve tövbe etmek isteyen kullarını huzuruna kabul ettiği, yargılarında son derece şefkatli ve merhametli olduğu yılın kutsal günleri olarak kabul edilirler.
Bu kutsal günlerin bir ay öncesinden başlayarak Yahudiler bir arınma dönemine girerler. Kendilerine dönerek iç muhasebelerini yaparlar ve ruhsal olarak bu önemli günlere hazırlanırlar. Bu süreçte sinagoglarda özel dualar düzenlenir, din adamları her fırsatta konuşmalar yaparak ve mesajlar yayınlayarak bireylerin bu özel günlere hazırlamalarını teşvik etmeye çalışırlar.
Geçtiğimiz günlerde sosyal medyadaki bir yazışma grubunda, değerli bir dostum, altında ‘Yomtov – ‘Rabi Yeuda Prero ve Rabi Şalom Shwadron’ imzaları bulunan ‘Müthiş bir hikâye – Güzel bir ders’ başlığı ile bir öykü yayınladı. İznini alarak bu güzel öyküyü sizlerle paylaşmak istedim. Kendisine teşekkür ederim.
“Tek oğlu olan bir adam varmış. Oğlu, adamın yaşamındaki en büyük sevinç kaynağıymış. Bir gün denizaşırı bir ülkeye taşınmaya karar vermiş. Gittiği yerde evlenmiş ve çoluk çocuğa karışmış. Yaşlı adam, çok sevdiği oğlu ile arasına okyanusların girmesine son derece üzülüyormuş.
Evlat özlemi ile yanıp tutuşan baba, oğlu, gelini ve torunlarını görmeyi çok istiyormuş. Oğluna sürekli mektuplar yazarak ailesi ile birlikte ziyaretine gelmesini rica ediyor, ancak oğlu bu davetleri her defasında bir bahane ile geçiştiriyormuş. Böyle bir ziyareti yakın zamanda gerçekleştirebilmesinin mümkün olmadığını bildiren cevaplar gönderiyormuş.
Her geçen gün babanın oğluna olan hasreti artıyormuş. Bir gün oğluna bir mektup yazarak, bu uzun yolculuğu yapmaya göze aldığını ve en kısa zamanda onları ziyarete gideceğini bildirmiş. Yaşlı baba mektubunu postalar postalamaz hemen hazırlıklara girişmiş. Yola çıkış günü yaklaştıkça babanın heyecanı da gittikçe artıyormuş. Sonunda beklenen gün gelmiş. Adam oğlu, gelini ve torunları için aldığı hediyeler ve erzak paketleriyle yüklü bir halde, seyahatini gerçekleştireceği gemiye binmiş. Uzun yolculuk günleri boyunca baba sürekli olarak kısa bir süre sonra oğlunun yanında olacağını düşünmeden edemiyor, sabırsızlıkla sık sık güverteye çıkarak karanın görünüp görünmediğine bakıyormuş.
Bir sabah yine güverteye çıkmış. Sonunda kıyı çizgisi görebilmişti. Oğlunu görmesine artık çok kısa bir zaman kalmıştı. Kalbi inanılmaz bir hızla çarpıyordu! Gemi limana girerken güverteden gözleri ile karşılamaya gelen kalabalığı taradı. Oğlunu görebilmeyi umuyordu. Ancak onu görememişti. Oğlunu gemiden indikten sonra iskelede aramaktan başka yapacak bir şeyi kalmamıştı.
Böylesine uzun ve yorucu yolculuktan sonra oğlunu iskelede bulamayan yaşlı adam son derece üzgünmüş. Üzüntüsüne rağmen oğlunu suçlamak yerine, mutlaka geçerli bir sebebi olduğunu, belki de kendisini karşılamak için giriştiği bir sürü gereksiz hazırlıkları tamamlamaya çalışırken limana yetişemediğini düşünmüş. Hafifçe gülümsemiş...
Daha fazla zaman kaybetmemek için hemen tren istasyonuna koşmuş. Oğlunun yaşadığı kasabaya giden treni kaçırmak istemiyormuş. Yolculuk boyunca oğlunun kendisini mutlaka istasyonda karşılayacağını düşünmüş. Her kilometrede heyecanı artıyormuş. Tren durur durmaz koşarak dışarı çıkmış. Oğlunu görmek için bir saniye daha gecikmek istemiyormuş... Ama...
Oğlunu istasyonda da görememenin verdiği hayal kırıklığı, bir öncekinden çok daha ağırmış. Bu kez oğlunun hazırlıklarla meşgul olma olasılığı da yokmuş. Birden içini bir endişe kaplamış: “Ya oğluna bir şey olduysa?” “Ya gelirken başına bir kaza geldiyse?” Evet; mutlaka bir terslik vardı…
Endişe ve sıkıntı dolu bir halde yoldan geçen bir arabayı durdurup şoföre oğlunun adresini vermiş. Yol boyunca sakinleşerek kendisini evde bekleyen sıcak karşılamayı hayal etmeye başlamış.
Eve ulaştığında tüm perdelerin tamamen kapalı olduğunu ve sadece bir odadan çok zayıf bir ışığın sızdığını görmüş. Endişe bir kez daha adamın bedenini sarmış. Acaba herkes sağlıklı mıydı? Kötü bir şeyler mi olmuştu? Kapıyı çalarken elleri titriyormuş.
Yaşlı baba kapıyı birinci tıklayışında bir cevap alamamış. İkinci bir kez biraz daha güçlü vurmuş. Yine ses yokmuş. Üçüncü vuruşundan birkaç saniye sonra uzaktan ancak duyulan bir “Kim o?” sesi gelmiş. Baba, bu sesi hemen tanımış. Çoktandır özlemini duyduğu oğluymuş bu! Oğluyla arasındaki tek engelin kapı olduğunu düşündükçe mutluluğu da giderek artıyormuş. Hemen cevap vermiş: “Benim; seni görmek için çok uzaklardan gelen baban! Lütfen kapıyı aç”.
Kısa süren bir sessizlikten sonra içeriden tekrar oğlunun sesi gelmiş. “Baba; yatmak için soyundum. Yatağıma yattım ve şimdi kapıya gelmek benim için biraz zor. Bu gecelik karşı otelde yatsan nasıl olur? Sabah ilk işim seni oradan almak olacak!..”
Bu sözleri duyan yaşlı adam cevap bile verememiş. Çok öfkelenmiş. Kendi kendine “Yıllar boyu oğlumu görebilmeyi arzuladım. Beni onurlandırıp ziyaretime geleceğini ümit ettim. Ama bu olmadı; ben onu ziyarete gelmek zorunda kaldım. Limanda beni ailesiyle birlikte karşılayacağı konusunda en ufak bir şüphem bile yoktu; ama bunu da yapmadı. Belki onu engelleyen bir sebep vardır diye düşündüm; ama istasyona mutlaka gelecekti. Gelmedi. Sonunda onun evine geldim, ama bulduğum kapkaranlık bir evdi. Kapıyı çaldım; ama tüm bunlar sadece, oğlumun beni içeri alma konusunda bile çok tembel olduğunu öğrenmek içinmiş! Tüm bunlardan sonra onu otelde bekleyecek miyim? Bunu elbette yapmayacağım!” diye düşünmüş. Bulduğu ilk arabaya binerek trene yetişmiş ve limana vardığında kalkmak üzere olan gemiye atlayarak geri dönüş yoluna koyulmuş. Oğlunu bir kez bile göremeden…
Oğlu, suçluluğunun etkisiyle kâbus gibi geçen bir geceden sonra sabah erkenden kalkmış. Yüreği, bir önceki gece babasına karşı tutumundan dolayı vicdan azabı ve pişmanlıkla doluymuş. Hemen giyinip, babasını bulmak, elini öpmek, ondan özür dilemek için otele koşmuş. Ancak oraya hiç gitmediğini öğrenince yıkılmış. Hissettiği yoğun acı ve pişmanlığı sözcüklerle anlatmak mümkün değilmiş.
* * *
Tanrı, tüm yıl boyunca bizlerin Teşuva (tövbe) yapmasını, tüm içtenliğimizle kendisine dönmemizi bekler. Buna pek hevesli olmadığımızı ve Teşuva için sabırsızlanmadığımızı da bilir. Bu yüzden yılın bu döneminde ‘O’ bizlere yaklaşır. Bu günler Ulu Tanrı’nın merhamet ve bağışlama günleridir. Bizler için Teşuva’yı (tövbeyi) ve onun kabulünü kolaylaştırdığı günlerdir. Tanrı bizlere sadece Elul ayı ile Roş Aşana’yı değil, ‘On Teşuva Günü’nü de vermiştir. Ancak ne yazık ki birçoğumuz bize sunduğu bu fırsatları değerlendirmeyiz. Tanrı bize gelir, ama biz O’na kapıyı bile açmaya yanaşmayız. Bu fırsatların her birini tek tek tepmemiz, elbette ‘Göklerdeki Babamız’a sıkıntı ve ıstırap verir; tıpkı ayağına kadar gelen yaşlı babasına kapıyı açmayan evladın neden olduğu ıstırap gibi.
Yom Kipur’da Tanrı artık kapımıza kadar gelmiş ve ona sertçe vurmaktadır. Yüreklerimizin kapılarını açıp onu içeri almamızı son derece arzulamaktadır. Umut ve temenni edilir ki, -öyküdeki oğulun aksine - bizler en azından bunu yapabilelim ve sonrasında pişmanlık veya vicdan azabı duymayalım.
* * *
Siz değerli okurlarımın bayramını kutluyor, yeni yılın sizlere, ailelerinize, cemaatimize ve tüm insanlığa sağlık, mutluluk ve barış getirmesini diliyorum.