Okulun 100. Yıl etkinlikleri sürüyor. Pazartesi sabahı, çok önemli konuklar ağırladık okulumuzda. Midraşe Yavne’nin yani ilk Musevi Okulu’nun kurucusu Dr. David Marcus’ ün torunu David Grunberg, Okulun 100. Yıl kitabının ilk seksen yılını kaleme alan Moşe Grosman, okulun Ulus’a taşınması ve bugünkü okul olmasını sağlayan Bernar Nahum’ un oğlu Jan Nahum…
Ortak temaları, okuldu konuşmalarının… Konuşmacılar; ailelerinden, Yahudi tarihinden, okulun öneminden, öğrenciliğin özelliklerinden söz ettiler.
Sahnenin gerisinde hem kendi konuşma sıramı bekliyor hem de anlatılanları takip etmeye çalışıyordum.
Konuşmalar arasında bağlantı kurmayı sevdiğim için, ayrıntıları aklımda tutmaya çalışıyor ve bugüne nasıl taşırım diye düşünüyorken David Grünberg’in bir cümlesi dikkatimi çekti.
“Hayatta bazı şeylerin tesadüf olmadığını düşünüyorum. Benim büyükbabam felsefeciydi, babam kimya mühendisiydi ama felsefe okumayı seçti. Ben işletme bitirdim hatta bu alanda profesyonel olarak çalıştım, sonrasında bu iş bana göre değil deyip felsefe alanına geçtim. Okula girmem bile çok zor oldu. Babam kürsüde bir hoca olduğu için, benim o okulda olmamamın etik olmayacağını savunarak beni engelledi bir süre. Sonunda felsefeci oldum. Bazen bütün bu seçimlerin tesadüf olmadığını düşünürüm.”
Hayat, tesadüflerle tanımlanamayacak kadar ciddi ve gizemli bir bütün… Bazı değişimleri ve yönelimleri, tesadüf olarak izah etmek, hayatın önemi ve mucizesine aykırı… Galiba Tanrı’nın bize lütfettiği, önceden elbette asla bilemeyeceğimiz ayrıcalıklar, böyle çıkıyor ortaya. Hayat, biz plan yaparken başımıza gelenler oluyor. Ancak yaş ilerleyince farkındalığımız arttıkça anlaşılıyor. Bu sebeple bir çocuğun yetişmesinde aile çok önemli. Bir üzümün hangi üzüme bakarak kararacağını seçmesi, genetik eğilimleri olumlu bir biçimde geliştirmesi, iyi örnekleri benimsemesi, tesadüfle anlatılamaz.
Moşe Grosman, Türkiye’de, özellikle İstanbul’da yaşayan Yahudilerden ve okul sürecinden söz etti. Dört sokak değiştirmiş okul… Her değişimde kendine yenilikler katarak, bir öncekinden daha iyi olmayı hedefleyerek yoluna devam etmiş. Bir muhitin dört sokağında okula giden çocukların ayak izleri kalmış. O günlerdeki babaların çocukları bir sokakta okumuş, torunları şimdi başka bir sokaktaki kapıdan giriyor okula. Sokaklar değişmiş ama okul sapasağlam ayakta… Büyükbabalar, oğullar ve torunlara kucak açmaya devam ediyor.
Jan Nahum, yaşam görüşünü anlattı. “Hayatım boyunca insanlığa nasıl faydalı olurum diye düşünerek baktım işlerime,” dedi. Bir öğrencinin, bu cümlenin ne anlama geldiği üzerinde uzun uzun düşünmesi gerekiyor.
Bu düşünce çok büyük bir idealistliğin, çok büyük bir farkındalığın sonucudur. Jan Nahum’un babasına bakınca, onun dünya görüşü takip edilince, okul yolunda ilerlerken her konuda nasıl büyük düşündüğü anlaşılır. Bu da tesadüf değildir elbette.
Sayın Hahambaşımız da kendi hikâyesini anlattı: “ Ben bu okuldan mezunum, bu okulda öğretmenlik yaptım. Çocuklarımın bazıları bu okulda öğretmen… Bütün torunlarım bu okulda okuyor. Bu, ne kadar şahane bir şey…”
Şahane ve tesadüf değil…
Doğruları görüp onların peşinden gitmeyi seçmek, insanın sahip olabileceği en büyük ayrıcalık...
Her ailenin ardından gideceği, gitmeyi tercih edeceği bir büyükbabası vardır. Kimi kendi babasını, kimi onun babasını farkında olmadan örnek alır, bir gün bakar ki kendinde bulunan olumlu özellikler, oğlunda da var.
Bu zincir mucizevi bir biçimde bilgileri, tecrübeleri, güzellikleri, aklı ve mantığı yeni yüzyıllara taşır.
Bir de bakarsınız ki yüz yıldır geleceği yazıyorsunuz.