İbn Haldun, ‘coğrafya kaderdir’ demişti. Ancak o kaderi, Aşkenaz bir kadın değiştirdi. Yer, Amerika. Çikolata ve viski ikilisinin okyanus aşırı akrabaları, deniz tuzuna sarılmış çikolatalar ve karışımı kaynak suyuyla farklılaşan Bourbon olarak karşıma çıktı. Üretimi yapan fabrika, vintage görünümlü eski bir bina. Amerikan Businessweek, onun hikâyesinden “Brooklyn’in en iyi korunan sırrı” diye bahsediyor.
İbn Haldun, ‘coğrafya kaderdir’ demişti. Ancak o kaderi, Aşkenaz bir kadın değiştirdi. Yer, Amerika. Çikolata ve viski ikilisinin okyanus aşırı akrabaları, deniz tuzuna sarılmış çikolatalar ve karışımı kaynak suyuyla farklılaşan Bourbon olarak karşıma çıktı. Üretimi yapan fabrika, vintage görünümlü eski bir bina. Amerikan Businessweek, onun hikâyesinden “Brooklyn’in en iyi korunan sırrı” diye bahsediyor.
44 yaşında. İsmi, Daniel Preston.
Annesi, İkinci Dünya Savaşı’nda, Polonya ve Avusturya arasında canını kurtarmaya çalışırken kaderini bir gemiyle değiştirenlerden. 16 yaşında okyanusu aşarak geldiği New York’a sığınmış. Dominik Cumhuriyeti’nden gelen başka bir göçmenle de hayatını birleştirmiş.
O yıllarda Amerika’da artan antisemitizm yüzünden kapılar daha fazla göçe kapanmıştı. Gemiyle New York’a varacak kadar şanslı olanlar ise çok çalışarak hayata tutundu.
Ancak asıl soru: Amerika’ya gelen göçmenlerin çocukları, yani yeni coğrafyadaki ilk kuşak neler yaptı?
Nesli, kendilerinden önce gelen anne-babaları, toprak değişikliğiyle kaderlerini başka yerlere taşımışken üstelik…
Ya sonra?
Ortası olmayan, ortalama bir yer dünya… İçinde sıkışa sıkışa kendimize yer açmaktan başka, fazla seçeneğimiz yok. Birilerini ittirerek yahut uzatılan bir eli, ilk tutan olabilmek için birbirimizin üstüne tırmanarak…
Ancak tüm karmaşaların ardından dile getirilen, yeni coğrafyasında dünyaya gelen kuşağın, şanslı olduğu. Yani anneleri ve babaları gibi yersiz yurtsuz kalmakla mücadele etmeden, hayata atılanlar.
İşte onlardan biriyle New York’ta tanıştım.
İlk bakışta sıradan birisi gibiydi. Kelimeleri yan yana koyarken zorlandığını sandım. Sonra onun derdinin kelimeler olmadığını anlamam zor olmadı… Daniel için en iyi tanım, mühendislik dehası olabilir.
İcat ettiği paraşütün patentini İsrail Ordusu’na satmış. Hatta beş yıl boyunca herhangi bir yer yahut bir yerler için aynısını yapma şansı yok.
Çikolata ve Bourbon ürettiği fabrikasında işe yarayan türlü türlü makinaları icat edip sonra onları diğer üreticilere de satıyor.
11 yaşında başladığı icatçılığa sığdırdığı şeylerin hepsini aklımda tutmak çok zordu. Tek bildiğim, az uyuduğunu söyleyen Daniel Preston’un, bu konuda sınır tanımadan daha fazlasını yapacağı.
Hayatını zorlaştıran bir durumla mı karşılaştı! Hemen bir icat geliyor peşinden. Bir tür yaşama biçimi gibi. Birçok alanda devam eden kontratları sebebiyle icat kabul ettiğimiz oyuncaklarına daha fazla dokunamadığı için birkaç senedir çikolata ve Amerikan viskisi diye tabir edilen Bourbon, bütün dünyası olmuş. Karanfilli, kakule, orkide, deniz tuzu, vanilya ve fasulye gibi karışımlı çikolatalar üretiyor. Yüzde 70’in üzerinde kakaolu, sağlıklı ve lezzetli.
Daniel’le konuşurken, acaba Türkiye’de olsaydı neler yaşardı diye düşünmeden edemedim. Ona hayatı mı zindan ederlerdi, yoksa başarısı dolayısıyla çeşitli vesilelerle cezalandırılır mıydı bilmiyorum… Malum bizde yolları tek başına yürümek sıkıntı… Sürüden ayrı düşmek gibi bir kaygıyla iğneliyorlar. Siyasi kaygı gütmeden yahut bizim coğrafyamıza mahsus olan “evladım sen gel bakayım neler yapıyorsun, kimsin, kimden izin aldın…” gibi sorulara muhatap olmadığı bir coğrafyada yaşıyor. Kaderi onun ellerinde…
İbn Haldun’a katılmakla beraber, kendisi yaşasaydı, ‘Türkiye’de işadamı olmak ayrı bir kader’ diye eklemesini muhakkak yapardı.