‘Şışşt susun’

Bu sene sinagogda en çok etkilendiğim ne gelen ziyaretçiler, ne okunan mesajlar, ne de ‘protokol’de oturanlardı. Saatler ilerledikçe sabırları azalan çocuklar bir aşağı bir yukarı koşuşturmaya başladılar. Bayramlık elbiseleri, küçük beyaz ceketleriyle, üç-dört kız çocuğu Azara’nın kapısını açıp arka sıralarda hızlı hızlı yürüdüler. Birkaç yetişkin başlarını çevirip, “Şışşt, susun, şışşt…” diye tepki verdiler. Tam o sırada...

Tilda LEVİ Köşe Yazısı 0 yorum
15 Ekim 2014 Çarşamba

Bu yıl Kipur’la Kurban Bayramı’nın aynı tarihe denk gelmesi güzel bir rastlantı. Mevsim itibariyle hala Ada’da olmamız da güzeldi. Kipur’da Büyükada Sinagogu’nda bulunmak ayrı bir anlam taşır. Hatta şehre taşınmış olan birçok aile, bayram için yeniden Ada’ya gelir. Eşim ibadete sabahtan, ben de akşamüstü gideriz. Sinagogun avlusunda bebek arabaları, oruç bitiminde şehre dönecek olanların bir köşeye koydukları sırt çantaları, biraz hava almak için çıkanların trafiğini düzenleyen kapı görevlisi…

İnsana huzur dolu bir ortamda bulunduğunu hissettirir. Bu sene sinagogda en çok etkilendiğim ne gelen ziyaretçiler, ne okunan mesajlar, ne de ‘protokol’de oturanlardı. Saatler ilerledikçe sabırları azalan çocuklar bir aşağı bir yukarı koşuşturmaya başladılar. Bayramlık elbiseleri, küçük beyaz ceketleriyle, üç-dört kız çocuğu Azara’nın kapısını açıp arka sıralarda hızlı hızlı yürüdüler. Birkaç yetişkin başlarını çevirip, “Şışşt, susun, şışşt…” diye tepki verdiler. Tam o sırada, orta yaş üstü bir hanım, “Şışşt filan yok. Burası bizden çok onların yeri. Yarın bu sıralarda onlar oturacak. Çocuklara her şey serbest” dedi. Tepki verenler bu beklenmedik ancak çok anlamlı sözler karşısında sustular. Benim için ise, günün en akılcı, geleceğe dönük en güzel temennisi oldu. Geçmişin anılarını bir kenara bırak, dense de Kipur günü, Hesed Leavraam’da bulunmak sevgili Rav Benveniste’yi bir kez daha anmak için iyi bir vesile idi.

***

Sonbahar olması nedeniyle, yazlıkçıların çoğu Ada’yı terk etmişti. Kurban Bayramı’nın ikinci günü hava kapalıydı. Eşimle yürüyüşe çıktık. Kiralık bisikletle üstünüze gelen acemiler, konvoy halinde tura çıkan akülü arabalar olmaksızın rahat rahat yol almak büyük keyifti. O sırada cadde üstündeki evlerin birinden bir adam çıktı. İçeride çalışan bir personel olmalıydı. Aynı anda dört minik, özenli giyinmiş, taranmış erkek çocuğu, bayramlık istemek için hevesle kapı zillerini çaldılar. Adam, “Çalmayın zili, kimse yok” dediyse de, “Olsun abi belki gelirler” diye beklemeyi sürdürdüler. O kadar saf ve gözlerinin içi gülüyordu ki. Onları sevindirmek için çıkartıp bir şeyler verdik. Bu tür gelenekler artık sadece küçük yerlerde görülüyor. Ve düşünüyorsunuz; insanları mutlu kılmak ne kadar kolay.

***

Sukot’un içindeyiz. Zaman zaman farklı sinagoglarda bulunduysam da, yaşıtlarımın bir kısmı için Sukot, Kuzguncuk Sinagogu ile eş anlamlıdır. Nedenine gelince bize orasıyla gönül bağı oluşturan rahmetli Nesim Albala idi. Kalabalık kadın grupları oraya doluşur. Duamızı, sohbetlerimizi yapar, Suka’da hala tadı damağımda olan tavşankanı çayı içerdik. Çıkışta her birimize Kuzguncuk Fırını’ndan krikkrak ve kolonya hediye ederdi. Albala gitti, Kuzguncuk’a Sukot ziyaretleri de bitti. Ne yaparsanız yapın, bazı dönemler son buluyor. Albala bir efsane isimdi.

Hag Sameah. 

1 Yorum