Siz de kendinizi sık sık televizyon dizileri hakkında, hava durumu veya tanıdıklarınızın başından geçen olayları içeren sohbetler içinde buluyor musunuz? Yüzeysel denebilecek bu sohbetler bize ilham vermekten çok uzak olduğu gibi, içimizden dökülmeyi bekleyen pek çok konuyu da ağzımıza tıkamakta… Bazı kişilerin ortamları domine eden üslupları sohbetlerin hiç derinleşememesine neden olur.
İsterdim ki, nasıl okulda matematik fen gibi temel bilimler öğretiliyor, hayatta bizi daha anlamlı sohbetlere yöneltecek vasıflar da verilsin. Hatta herkese zorunlu verilsin ki herkes bu beceriden edinsin… Böylece hem iş hayatında hem de dostlar arasında sohbetleri birinin kendi acemi çabası ile sağa sola iteklemesine maruz kalmayalım…
Çoğu zaman da çok normal görünen karakterlerimizin altında gizlenen endişelerimizle, korkularımızla ve üzüntülerimizle ilgili konuşmak arzusundayızdır, ancak doğru ortamları bulamadığımız için kişisel gelişim kitaplarında çözüm ararız. İsterdim ki okulda edebiyat sanat ve felsefe öğrettikleri sıralarda bu güzelliklerden kendi hayatımıza dair nasıl teselliler çıkarabileceğimizi örneklerle öğretsinler. Yani eser ismi ve konusu öğrenmekten çok sanatçının bizimkiler kadar sahici endişelerinden kendimize teselli çıkartmayı öğrenelim. Felsefenin kavramlar çorbası olması mı gerekirdi? Anlaşılır bir dille Epikurus’un hayattan zevk alma anlayışını öğrenseydik, Schopenhauer’in aşk üzerine yaptığı karamsar tespitleri tartışsaydık, Sokrates’in arkadaşlık üzerine fikirlerini çalışsaydık şu anki pek çok kuruntumuzu felsefe aracılığı ile yatıştırabilirdik.
Aklıma Dövüş Kulübü filmi geliyor. Anlatıcı, ağır hasta taklidi yaparak çeşitli destek gruplarına katılıyor, başkalarının üzüntülerini duyup kendini avutmaya çalışıyordu. Bazı deneyimler sanal yaşanamaz. Gerçek hayatta rastlananlar ve ifade edilenler daha derin oluyor. Gidip destek gruplarında tanımadıklarımıza sarılıp sahte gözyaşları dökmek yerine sanat, edebiyat ve felsefede çözümleri arayabilmek ne güzel olurdu…
Neden bu örnekleri verdim?
Zira yukarıda bahsettiğim hayat dersleri ile ilgili bir okul başlıyor Türkiye’de. İstanbul Bilgi Üniversitesi’nin bünyesinde başlayacak olan School of Life, hayatımızın asli temaları hakkında yararlı ipuçları sunmak için dersler verecek. Amaç, sizinle aynı tür endişeler hakkında daha derin bir düşünme ortamı sağlamak. Ve deneyimleri, diğer meraklı ve açık görüşlü bireylerle paylaşmak.
Çok sevdiğim yazar Alain De Botton, bu okulun konularının tamamına aslında yazdığı kitaplarda değiniyor. Ancak günümüzde kurgu kitapların insan ruhunu iyileştirmeye yeterli olmadığını düşünenler çoğunlukta. Formüller yok zira onlarda, sayfalar arasına karışmış yaşanmışlıklar var. Örneğin Proust’u okuyanlar, yazarın bazen psikolog bazen de filozof olduğunu bilirler.
De Botton, kitapların verdiği ipuçlarının gerçek hayatla örtüşmesi için bu tür atölye çalışmalarına yönelip kendisi başlatmış School of Life’ı.
Eşimizle, sevgilimizle sohbet ederken neleri dikkate alabiliriz?
Aşkın ve ilişkilerin hayatımızdaki yeri nedir?
Tutkunun baş döndürücü zirvesinden inerken ilişkileri nasıl ele almalıyız?
Sevgilimizin ya da eşimizin kişiliğini en ince ayrıntısına kadar tanıma çabası içinde olmalı mıyız? Yoksa onun gizemli yönlerini kabullenerek ona duyduğumuz ilgiyi sürekli mi kılmalıyız?
İşimiz tam hayalimizdeki mi? Para kazanacağız diye anlamsız bir döngüye mi saplandık?
Tavsiyem, tamamen duygusal bile düşünerek adımlar atıyorsanız, tavsiyelerde aradığınızı bulamıyorsanız, Hayat Okulu’ndan ara sıra geçip duygularınızı başkalarınınki ile karşılaştırmanız…