Sanırım artık bir piyano almam gerekecek ya da bir şömineyi evime adapte etmem… Gerçekte ekimdeyiz, hatta yarıladık bile, kim darılır size eylülden bahsetsem? Roş Aşana geçti, Kipur bitti. Varsın olsun, aramızda birkaç günün lafı mı olur? Şu ölümlü dünyada, deşa allaasen mira tu kef.
Biraz ileri biraz geri, eylül; biraz ileri biraz geri ve lakin her daim bayram ayı. Efendim geçenlerde, yazı sırası bende olduğunsa gribal enfeksiyon denilen sevimli bir hastalığın pençesindeydim. Günlerden perşembe, ateşim 37,5.’ Aman canım o da bir şey mi’ diyeceksiniz? Haklısınız! Ama benim ‘narin’ vücutlarım bu yüksek temperatüre dayanamaz, hemen yatak döşek oluveririm. Hatta bu yüzden hiç aksatmadığım köşe yazımı ilk defa aksattım...
Hastayım ama aynı zamanda adadan taşınma zamanı, adanın en sevdiğim zamanı, sesiiiz, sakiiin. İşin ucunda palamides var... Kalpazan’da, batan güneşin, ağıran bardağın (özendirmesi yasak ya, o bakımdan gizli bahsi geçiyor, su konulunca ağıran bir tür içecek) eşliğinde... Offf, off, of! Ben asıl buna hastayım… Kararımı verdim, sebeb-i hayatımı ikna ettim. “Ada havası bana iyi gelir, hem sonra evi de kapatmak gerek, biz iyisi mi adaya gidelim!”
Griple savaşmanın iki yolu var: Birinci metot, kimyasal savaş… Antibiyotikti, soğuk algınlığı ilaçlarıydı, suda fış fış eriyen mor, sarı, portakal renkli ilaçlardı... Artık ne menem varsa kullanıyorsunuz. İlaçlı tedavinin sonuçları diğer metoda göre biraz daha etkili tabii ki. Tam bir haftada kurtuluyorsunuz bu illetten. Diğer metot ise tamamen doğal. Nane-limondu, zencefil-tarçındı, biber-baldı, hepsini bir güzel karıştırıyorsun, içine biraz da çörek otu ve dahi ayva yaprağı attınız mı, işte size doğal bir Gripsilin. Rivayete göre tadı ne kadar kötü ise, iyileştirme etkisi o kadar güçlü. Tabiat bazlı iyileştirme süreci biraz daha uzun; yedi gün sürüyor. Ben, karma yöntem dediğimiz, her ikisini birlikte tam güç kullananlardanım. Bu sayede sadece 168 saatte turp gibi oluyorum...
Efendim araştırdım; nasılsın diyenlere “iyi olduğunu” ifade etme ifadesi olan cevaben kullanılan, pek de önem vermediğimiz sebzegillerden turp! Neden ‘turp gibiyim’ derler de pırasa gibi oldum demezler? Merak buyurmayınız anlatıyorum… Turp, C vitamini, kalsiyum, demir, potasyum deposu… Bitti mi? Bitmedi; cildi güzelleştirip bir de üstüne bağışıklık sistemini güçlendirme etkisi var. Daha ne olsun? Yan etkisi olarak biraz da ‘doğal’ gaz üretimini arttırır, varsın yan etkisi bu olsun! İlaç prospektüslerinde yazan, gözlükle dahi okumayı beceremediğim yan etkilerin yayında azcık ‘gaz’ın lafı mı olur? Bu arada bizim ‘torpe’nın turpla bir akrabalığı olmadığı herkesçe biline. Bu mevsimde bol bol turp tüketin ve sonrasında uzun yürüyüşlere çıkın...
Dedim ya adadayım. Zaman hazan zamanlarından bayramlar zamanı. Roş Aşana, bizim takvime göre yılbaşı. Huzurumuzu özlediğimiz 5774’ü bitirdik. Her yeni başlangıçlar, yeni ümitleri de beraberinde getirir. 5775’e büyüük bir masanın etrafında cümbür cemaat, herkesin herkesle aynı anda konuştuğu ve kimsenin kimseyi kesinlikle duymadığı için giderek daha çok bağırdığı ve ama yine de duyamadığı şen ve tipik bir ortamda yepyeni ümitler ile girdik... Geleneksel olarak yılın tatlı geçmesi dileği ile bala batırılmış elma, dileklerin bol ve bereketli olması açısından nar yedik. Masada olmazsa olmazları pırasa, pazı, hurma, kabak, balık ve daima lider olmamızı simgeleyen kuzu veya balık başı... Anlayacağınız tam bana göre, bol yemekli bir bayram. Yemek menüsü açısından baktığınızda bizim bayramlar çoook yemek, bazı şeyleri yememek ve hiç yememek etrafında döner. Bu yılbaşı da gözlerim beyhude yere Roş-babayı aradı... Ada versiyonuna uyarlanmış hali ile cingıl cingıl zillerin çaldığı, kırmız bir at arabasıyla tepeden aşağıya doğru süzülerek bi gelse...
Pekiii, diyeceksiniz ki yazının başında bir piyano, bir şömineden bahsettin, ne oldu o iş? Anlatayım, malumunuz veçhile bayramlara hem birbirimiz hatırladığımızı göstermek, hem de ufak tefek bağışlarda bulunabilmek amacı ile çeşitli yerlerden birbirimize kartlar göndeririz. Sevdiklerimiz, sevenlerimiz çoğaldıkça bu kart işi iyice abarmaya başlar. “Aaa bunu unutmuştum, bak şimdi bu da aklıma geldi” derken kart adetleri yüzleri bulmaya başlar. Peki, nasıl yapacağız da ‘bize bu kadar kart geldi, sende var mı? Benim kartlar yan yana dizsen, asibiva fin al Kuzguncuk...’ şeklinde olayı bir sunuma çevireceğiz. Eskiler bilirler; bunlar zamanında piyanoların üzerine dizilirdi. Kart çoksa, çok ara vermeden iç içe geçecek şekilde, kart az ise birbirinden ayrılmadan ama birbirinin içine geçmeden yan yana dizilirdi. Bir de; o dernek kartları bir yana, bu dernek kartları bir yana, elma –bal versiyonu ortaya... Ayrı ayrı sıralar yapılırdı, gazoz kapağı koleksiyonu misali. Piyano yoksa kontr büfe de bu işte kullanılırdı. Zaman geçti, devir değişti, bazı evlerde hiçbir zaman yakılmayan dekoratif amaçlı şömineler bu işi görmeye başladı. Yine zaman geçti, teknoloji yenilendi, ana geleneklerine sıkı sıkıya bağlı olan bizler bu alışkanlığımızdan vazgeçemedik. Bundan mütevellit diyeceğim şudur ki: bir piyano veya şömine edinme zamanım geldi... Sağolun dostlar, var olun dostlar, her daim hep birlikte; umut, barış ve huzur dolu nice senelere... Kartları e-mail’e çevirelim dedim, deli misin dediler kart istekleri inanılmaz düşer... Bu iş böyle kalacak...
Kipur dolayısı ile çok sevdiğim bir dostumun klavye sürçmesi dolayısı ile whatsapp’tan gönderdiği mesaj yüzümde uzun süre silinmeyen bir gülümseme bıraktı. Gözlerimin kenarı kırışacak ama olsun... HANİMA TOVA. Hiçbir şey fak etmediniz ise büyük harfle yazılan yeri bir daha okuyun.
Tüm Müslüman dostlarımın (geçmiş) Kurban Bayramını da kutluyorum. Nicelerine hep birlikte ermek üzere, hep ve her daim sevgiyle kalın.