Bu noktaya nasıl geldik? Sorması kolay cevaplaması zor bir soru. Hatalı varsayımlar, yanlış kararlar, uzun vadede sonuçları hesaplanamayan adımlar, tahmin edilemeyen sonuçlar… İşte tüm bunların sonucu bugün (IŞ)İD karşımıza dikiliyor ve her şeye rağmen halifelik aracılığıyla kendine özgü devlet kurma planını yüzümüze baka baka uygulamaya devam ediyor.
Türkiye’nin, sınırına dayanmış bu tehlikenin bilincinde olmadığını söylemek hatalı olur. Ankara’nın isteyeceği son şey, Suriye’deki iç savaştan beslenerek büyüyen, bölgeyi Orta Çağ karanlığına dönüştürme pahasına kendi ideolojisini yaymaya çalışan, vahşi bir devlet dışı aktörün komşusu olması. Ancak, Suriye’deki herhangi bir gelişmenin en önce Türkiye’yi etkileyeceğinin de farkında. Konu sadece İD tehlikesi de değil; ülkenin sınır güvenliği, hassas Kürt denklemi, mülteci sorunu söz konusu olan.
Batı basınında ‘Türkiye’yi NATO’dan kovalım’a kadar uzanan makaleler çıkarken, Ankara’nın aldığı kararların ardında Batı’ya karşı güvensizliğin yattığını unutmamak gerekiyor. Türkiye Suriye’deki oyunun nasıl sonuçlanacağını, denklemde Esad’ın nereye oturtulduğunu bilmek istiyor. Suriye konusunun tüm sorumluluğunun bir anda üstüne kalabileceğinin bilincinde, daha fazla sürprizle karşılaşmak istemiyor. Bu nedenle İD bir şekilde zayıflatıldığında oluşacak güç boşluğunun nasıl doldurulacağını öğrenmek istiyor.
Bu konuyu ABD de düşünüyor ve uzun vadeli planını buna göre hazırlıyor olmalı. Ancak görünen o ki şu an için İD korkusu nedeniyle Suriye’de rejim değişikliği öncelikli bir konu değil. Güç boşluğunu doldurabilecek güvenilir bir aktörün eksikliği ve karşısına almak istemediği Rusya ile İran’ın açık Esad desteği ABD’nin bu konuyu ertelemesi ile sonuçlanıyor. Ancak Ortadoğu’da gittikçe nüfuzunu arttıran Rusya ve Şii politikası ile İran söz konusu olduğunda, ‘Önce İD’i halledelim sonrasına sırası gelince bakarız’ düşünce tarzının daha büyük sorunlar çıkaracağı tahmin edilebilir.
ABD’nin Suriye stratejisinin iki kırılma noktası var. Birincisi Eylül 2013’te kimyasal silah kullanarak kırmızı çizgiyi aştığı için Esad’a karşı askeri bir operasyonun İran ve Rusya’nın devreye girmesi ile rafa kalktığı zaman.
‘Esad gitmeli’ diyen ABD Başkanı Obama ve ‘Yerine bir geçiş hükümeti kurulmalı’ diyen Dışişleri Bakanı Kerry’nin Suriye stratejilerini revize ettiren ve Ankara’da hayal kırıklığı uyandıran bu gelişme, Esad’ın kalıcı olduğunu, Suriye’nin geleceğinde bir şekilde var olacağını gösterdi. Diplomasiye şans veren ve uluslararası bir anlaşmayla kimyasal silahlardan arınmasını öngören yaklaşımın, geçen haftalarda Esad’ın dört kimyasal tesisi gizlediğinin ortaya çıkması ile başarısızlığı kanıtlandı.
İkinci kırılma noktası ise İD’in Musul’u aldığı Haziran 2014 tarihi. Bu gelişme Esad’ı düşmana karşı bir nevi ittifak ortağına dönüştürdü. İD’in süregelen vahşeti Esad’ı kötünün iyisi olarak gösterirken, dolaylı yoldan ABD ve koalisyon üyelerinin desteğini de sağlıyor ve Suriye’nin geleceğinde yerini sağlamlaştırıyor. 2013’te sınırlı operasyon için bile kamuoyu desteği göremeyen Obama’nın, İD’in kafa kesme görüntüleri sonrasında halk desteğine sahip olduğunu da unutmamak gerek.
Eski bir Ortadoğu hilesi; “Ben gidersem karşınızda bunları bulursunuz” diyen Esad ilk baştan beri İD ve benzeri örgütlere verdiği destek ile kendi yönetimini korumaya çalıştı. Sonuçta da tüm bu gelişmeler ABD’nin Esad problemini ertelemesine, hatta neredeyse yok saymasına sebep oldu. Ancak bu durum Suriye’de istikrarı sağlayacak ve sivil savaşı bitirecek akılcı bir strateji oluşturmayı engelliyor.
Şu an Suriye’de Irak’taki durumun tersine ABD’nin güvenebileceği güçlü bir oluşum yok. Eğitilmesi ve silahlandırılması düşünülen muhalifler bölük pörçük ve halkın da tam desteğine sahip değiller. Üstelik İD’e karşı birleşseler bile en nihayetinde asıl düşman olarak gördükleri Esad rejimi.
ABD eski Başkanı Jimmy Carter’ın ulusal güvenlik danışmanı Zbigniew Brzezinski’ye göre ABD için Türkiye İD’e karşı savaşta öncelikli ülke. Bu da Türkiye üzerindeki baskıyı açıklıyor. Diğer ülkeler ise karmaşık bir oyun oynayan Suudi Arabistan, Mısır ve bir aktör olarak kabul edilmesi gereken İran. Bölge gerçeklerini bilirken bu koalisyondan bir kara harekâtı birliği oluşturma planı varsa eğer, kendi aralarında savaşacaklarına dair bahisler açılabilir. Üstelik İD konusunda İran’ın yardımını aldıktan sonra nükleer programı için nasıl bir pazarlık ortamı olacağı ise apayrı bir konu.
Türkiye içinse durum çok daha karmaşık. Diplomatik baskı ve Batı medyasının yıpratma savaşı karşısında bir müdahale kararı Rusya ve İran’ı da karşısına alacağı bir savaşa yol açacak. Seyirci kalması ise Kobani’de insani bir felaketin yanı sıra ülke içinde isyan ve şiddeti doğuruyor. Neo-Osmancılık hevesi Suriye iç savaşı ile birlikte hüsranla biten Ankara’nın bundan sonrasını düzeltmek için yoğurdu biraz daha üfleyerek yemesi gerekiyor.