Terör Kanada’da olsun, Türkiye’de olsun hep masumları hedef alıyor. Bu beladan ancak ‘senin teröristin, benim teröristim’ ayırımı yapılmayacağı zaman kurtulma şansı olacak. Geçtiğimiz hafta Kanada’daydım. İşte izlenimlerim ve sonra Türkiye.
Her sene, Melbourne’dan sonra dünyada en iyi yaşanılacak şehir seçilen Toronto’daydım geçtiğimiz hafta. İlk kez değildi ancak yine kültür şokundaydım. İstanbul’dan oralara gidince asabınız iyice bozuluyor. Tanrı’nın bolca hediye ettiği yeşilliklerinin bile bu dönemde aldığı ve renk cümbüşünü andıran görünümü bu kentte neden yaşanılabileceğini vitrininden anlatıyordu. Ama en çok asabınızı bozan, insanların güler yüzlü, öteki’ne kuşku ile bakmaktan öte, güven içinde ve mumla aradığımız saygıda kusur etmeyen davranış biçimleri. Örneğin asansörden çıktığınızda karşınızdakine ‘günaydın’ demediğiniz zaman sizin, uzayın insanların sevilmediği bir bölgesinden geldiğinizi düşünüyorlar surat ifadeleriyle. Trafikteki ötekiye saygı ise sinir bozucu boyutta. Yol vermeyeni görürlerse şoka giriyorlar. Öğrencileri taşıyan otobüsler durduklarında, aracın boşalmasını beklemeden onun yanından geçenleri yine uzaydan gelen garip yaratıklar gibi görüyorlar. Kaldırımda park eden arabaları veya orada gezen motosikletleri rüyalarında bile göremiyorlar. Trafikte, tek kişilik araçların geçmesinin yasak olduğu özel hızlı şeritler mevcut. Yayaya yol vermemek gibi bir tür uzaylı davranış biçimleri yok. Binaların düzenli ve bakımlı olmaları gözümüzün standart çirkin çevre algısını bozuyor. Sağlık, eğitim ve adalette ise Kanada dünyanın en önde gelen ülkelerin başlarında bulunuyor. Velhasıl bu kent ve ülke biz Türklere göre değil. Düzen var, adalet var, insana, cana saygı var; var oğlu var. ‘Sıkıcı’ ve asap bozucu bir ülke!
Ancak gelin görün ki, bu ‘sıkıcı’ ülke tam ben ordayken hayatlarında hiç görmedikleri bir kötülük ile tanıştılar.
En büyük şehirlerinde yılda ölümle sonuçlanan sadece elli vaka olan bir ülkeyi terör vurunca ‘sıkıcı’ ülkenin güzel insanları uyandılar derin uykularından.
İlkönce Montreal’de bir terörist arabasıyla askerlerin üzerine saldırdı. Patrice Vincent adlı bir asker yaşamını yitirdi. Ertesi gün, bu kez başkent Ottawa’da parlamento binasının girişinde nöbet tutan 24 yaşındaki çavuş Nathan Cirillo yanına yaklaşan bir terörist tarafından silahlı saldırı sonucu öldürüldü. Ülke iki günde iki kez şoka girdi. Mermisiz tüfekle her günkü nöbetini yapan gencecik baba Cirillo’nun bu fotoğrafı kaldı Kanada’nın elinde sadece.
Bu olaydan tam bir gün sonra ise okyanusun ötesinde, yani bizim memlekette sivil giyimli üç askerimiz bir başka terörist grup tarafından sokak ortasında katledildiler. Ramazan Gülle, Yunus Yılmaz ve Ramazan Köse hayatlarının baharlarında sevdiklerini yalnız bırakarak öldürüldüler kalleşçe. Salt asker olduğu için vurulup iki arkadaşıyla birlikte öldürülen Ramazan Gülle geride iki küçük çocuk bırakarak şehit oldu.
Adaletin bu mu ey hayat?...
Kanada ölen askerlerini görkemli bir şekilde uğurladı. Belki ilk kez teröre yenik düştükleri için böyle davrandılar.
Ottawa’daki bir spor müsabakasından önce ülkenin başbakanı ve genel kurmay başkanı sahaya inerek çimlerin üzerinde devasa bir Kanada bayrağı eşliğinde yapılan törene katılırken seyircilerde ise üzüntü ve şaşkınlık gözleniyordu. Türkiye’de ise bu masum gencecik askerlerin yok edilmesi ile ilgili hafta sonu yapılan spor karşılaşmalarında hiç bir anma töreni yapılmaması ise bir hayli düşündürücüydü. Bir ülkenin ileri gelen yöneticileri on binlerle birlikte kayıplarını anarken, biz benzer olayları, fazla sayıda olmasından gerek, bir kaç gün sonra unutulacak bir vaka olarak kayda geçiriyoruz ne yazık ki..
Terör Kanada’da olsun, Türkiye’de olsun her yerde hep masumları hedef alıyor. Dünya ülkeleri teröre karşı çifte standart yapmadığı, ‘senin teröristin’, ‘benim teröristim’ ayırımı yapmadığı zaman bu modern şeytan altedilebilecek ancak.
Lakin ben umutsuzum.
Hepimizin başı sağolsun.