Bundan bir iki yıl önce Tel Aviv’de plajdaydım. Mevsim sonu güneşinin ve denizin tadını çıkarıyor, bu arada etrafımı inceliyordum. Şehirde günün büyük bir kısmını başım bir kitaba gömülü, gözlerim bilgisayar ekranına kilitli geçirdiğimden, açık havaya çıktığımda en büyük zevkim maviye, yeşile, varsa rengârenk çiçeklere ve insanlara bakmak.
Gözlerimi ufka dikmiş, uzaklara dalmıştım ki, yunus gibi atlayıp zıplayan bir karaltı gördüm ve biraz dikkat edince balık değil, bir kadın olduğunu fark ettim. Elbiseleri ve başörtüsüyle nispeten kuytu bir köşede atlıyor, hopluyor ve kollarını kocaman açarak denizi âdeta kucaklıyordu. İçimi hüzün kapladığını hissettiğimi hatırlıyorum. Denizi o kadar sevip de, mahremiyet duygusu yüzünden bu sevgisini kısıtlamak ve gizlenmek zorunda kalmak acı olmalıydı. Açıkçası benim de mahremiyet duygum kuvvetli ama yetiştirilme tarzım farklı. Denize girmek için özel bir tedbir almam gerektiğini düşünmüyorum. Herkes gibi olmak, göze batmamak için bana yeterli geliyor. Aynı duyguyu, başımı örtme konusunda da hissediyorum. Şapka taktığım zaman daha çok dikkat çekiyorsam, o zaman tevazu bunun neresinde?
Yine İsrail’de, dindar hamile kadınların, gebeliklerini iyice ortaya çıkaracak, baştan aşağı kapalı ama dar giysiler giydiğini fark etmiş ve bir tanıdığıma nedenini sormuştum. Malum, bundan yirmi sene öncesine kadar bebek bekleyen kadınlar robalı, bol kıyafetlere bürünürdü. Tanıdığım, gebeliğin gizlenecek bir şey değil, bir ‘durum’ olduğu cevabını verdi. Tatmin olmadım ve konu üzerinde düşündüm. Dindar kesimlerde mümkün olduğu kadar çok çocuk doğurmak bir övünç vesilesiydi çünkü Tanrı’nın ‘verimli olun ve çoğalın’ emrini yerine getiriyorlardı. Hamile kadınlar, ‘durum’larını sergileyerek bu mesajı vurgulamak istiyordu sanırım. Gebe kadının ortalıkta dolaşması ayıptır türünden bir çekinceleri yoktu. Evlerine kapanmıyor, göğüslerini gere gere (karınlarını aslında) sokaklarda boy gösteriyor, işlerini güçlerini görüyorlardı.
İşin tuhaf yanı, erkekler de kılık kıyafetleri yüzünden hesap vermek zorunda. İnancına uygun giyinenler, yobaz, arkaik, hatta soytarı damgasını yiyiveriyor. Büyük bir din adamı, bilge bir kişi olması, oğullarının askerlik yapması, kızlarının sosyal işlerde çalışması bile onları sınıflandırılmaktan koruyamıyor. Neden bu kadar acımasızız? Neden kendi işimize bakmayıp herkesi eleştiriyoruz? Dış görünüşle neden bu kadar ilgiliyiz? Sadece giysilerle değil, kilolarla da. İnsanları gözlerimizle tartıyoruz. Aylar boyu çeviri yapmak, hep şişmeme neden olur. Beni uzun zamandır görmemiş olan bir arkadaşım, hayretle “şişko olmuşsun,” dedi bana. “Saçların da çok uzamış.” Oysa beni sevdiğini biliyorum. İncinmemi hiç istemez. İşim bitip de vaktim bol olunca hareket edeceğimi ve kuaföre gideceğimi mutlaka tahmin ediyordur. Ama insanların içinde bir ‘şey’ onları ele geçiriyor ve gördüklerini hemen söyleyiveriyorlar. “Ne kadar kilo aldın!” “Belki bu kilo vermiş halimdir, ne biliyorsun?” “Kocam şişman seviyor. Şişman güzeldir!” Saçmalamanın sonu yok...
Velhasıl sevgili okurlar, karma plajların yanı sıra, kadınlar ve erkekler için ayrı plajların açılmasını da destekliyorum. Bu arada isteyenler çıplaklar kampına da gidebilir. Şimşekleri üzerime çekeceğimi biliyorum ama fikrim bu. Deniz ve güneş, Tanrı’nın bir nimetidir ve bu ikisinden herkes rahatça istifade edebilmelidir. İnancı ne olursa olsun. Ben kadınlar plajına gider miyim peki? Yalnızsam, evet.
Bu yaz sonu eşimle Sarıgerme tarafında bir tatil köyüne gittik. Sarıgerme, Dalaman Havalimanı’na 15 dakika uzaklıkta. Geçen sene bu vakit, hortum felâketinin vurduğu ve güzelim ağaçlarının -ne yazık ki- çoğunu kaybeden bir yer. Orada inançlarına uygun giyinen birkaç hanım gördüm. Eskiden haşema denen plaj kıyafeti şekil değiştirmiş. Hanımlar şimdi dalgıçlar gibi boyundan ayak bileğine siyah ya da renkli bir tayt, üzerine önlüğü andıran uzun bir tunik ve bir bone giyiyor. Ancak durumlarını henüz kendileri de yadırgıyor olmalı ki, etraflarına çok sert ya da meydan okuyan gözlerle bakıyorlar. Tevazu, kıyafet gibi, davranışlara da yansımalı diye düşünmeden edemiyor insan. Alışmak zaman ister; herkes için.
İnsanlara olumsuz sözler söylemek, kötü gözle bakmak en kolayı. Asıl mesele önyargılardan kurtularak, bize olumsuz gelenin içindeki güzelliği görmek ve onu söylemek. Yeni yıl kararlarımızdan biri de bu olsun, sevgili okurlar.