I. Dünya Savaşı’ndan günümüze: 100 yıl evvel nasıl ve nerelere sürüklendik

5 Kasım 1914 günü, başta İstanbul halkı olmak üzere tüm Anadolu hayret ve endişe içindedir: İngiltere, Fransa ve Rusya; Osmanlı’ya harp ilan etmiştir! Hâlbuki halk, hükümetin, Avrupa devletleri arasında aylardır süregelen çatışmada tarafsız olduğu kanısındadır. Ancak gerçek bambaşkadır ve adım adım bu harbin içine çekildiğimiz çok geç ‘kamuoyuna’ açıklanacaktır.

Sami AJİ Köşe Yazısı
5 Kasım 2014 Çarşamba

5 Kasım 1914 günü, başta İstanbul halkı olmak üzere tüm Anadolu hayret ve endişe içindedir:  İngiltere, Fransa ve Rusya; Osmanlı’ya harp ilan etmiştir! Hâlbuki halk, hükümetin, Avrupa devletleri arasında aylardır süregelen çatışmada tarafsız olduğu kanısındadır.

Ancak gerçek bambaşkadır ve adım adım bu harbin içine çekildiğimiz çok geç ‘kamuoyuna’ açıklanacaktır.

16 Temmuz 2014 tarihli yazımda, Goeben ve Breslau zırhlılarının Boğazlar’dan geçmesine müsaade edilmesiyle bu tarafsızlığa gölge düşürüldüğünü belirtmiştim.

O günlerde, bu ciddi olaya rağmen, İtilaf Devletleri (İngiltere, Fransa ve Rusya)  basit protestolarla yetinmişlerdi. Başlangıçta Almanya da, Osmanlı’nın tarafsızlığını sürdürmesini arzuluyordu. 

Ancak, Almanya Batı Cephesi’nde çok ciddi kayıplar vermektedir. Planladıkları gibi kısa süreli bir savaş ile Paris’e ulaşmaları imkânsız hale gelmişti. Hatta Batı Cephesi Komutanı Von Moltke karısına yazdığı 9 Eylül 1914 tarihli mektubunda “Maalesef zor durumdayız ve işler çok kötü gelişiyor” demektedir.

Bu durumun İstanbul’a yansımasını adeta anında görmekteyiz. O tarihlerde Osmanlı Devleti’nin nezdindeki Alman Büyükelçisi Wagenheim, sık sık ABD büyükelçiliğinin kapısını aşındırmakta ve ABD’nin bir barış için, İtilaf Devletleriyle Almanya arasında aracılık yapmasını talep etmektedir. (ABD ancak 1917 Nisan’ında savaşa girecektir).

Aynı anda Almanya, Doğu Cephesi’nde Rusya’dan gelen baskıyı azaltıp, o yörelerdeki askerlerini Batı’ya sevk edebilmek için Osmanlı’yı harbin içine çekmeye kararlıdır. Cemal, Enver ve Talat Paşaları çeşitli yollarla ikna etmeye çalışmaktadırlar.

Aniden ve arda arda, beklenmedik kararların alındığını görmekteyiz. Şimdi sözü zamanın en önemli görgü şahitlerinden biri olan ve bu gelişmeleri fiilen yaşayan, zamanın ABD Büyükelçisi Henry Morgenthau’ya bırakalım:   

“27 Eylül (1914) günü, Britanya Büyük Elçisi, Sir Louis Mallet, büroma geldi. Çok telaşlıydı. ‘Size çok önemli haberlerim var’ diyerek söze girdi; ‘Çanakkale Boğazı ticari gemilerimize de kapandı.’

Osmanlı Devleti’nin bu kararı Almanya’dan gerekli desteği sağlamadan alması mümkün değildi. Bu hareket resmen hem ABD’ye hem de İtilaf Devletleri’ne bir saldırı olarak nitelenebilirdi.

Derhal ve ayrı ayrı harekete geçmeye karar verdik. Ben randevu dahi beklemeden Sadrazamlık makamına yöneldim.

Sadrazam’ın görüntüsü (Sait Halim Paşa) feci idi. Yüzü bembeyaz, korkudan tir tir titremekteydi. Konuşmakta bile zorlanmaktaydı. Ona Boğaz’ın kapatıldığına dair haberlerin doğru olup olmadığını sordum. Kekeleyerek teyit etti. Bu kararın bir harp ilanı anlamına geleceğini ve ABD adına da protesto ettiğimi bildirdim.”

Morgenthau, ardından diğer bakanlarla görüşür; Alman Elçisine de bu kararın aslında onların eseri olduğunu ve meydana gelecek olaylardan sorumlu tutulacaklarını açıkça belirtir. Ama netice alamaz.

Boğazların kapatılmasından hemen sonra Osmanlı Hükümeti uzun zamandan beri planladığı bir kararı, ‘Kapitülasyonların kaldırılmasını’ 1 Ekim’den itibaren yürürlüğe koyacağını ilan eder. İlginçtir, ABD ve İngiltere kapitülasyonların ekonomiyi direkt ilgilendiren tüm maddelerin kalkmasını desteklemekte ancak hukuki statüye ilişkin hükümlerin devamını istemektedirler. Buna karşılık Almanlar, kapitülasyonların kaldırılmasına tepki göstermişlerdir. Sözü yine Morgenthau’ya bırakıyorum:

“Haberi duyan tüm yabancılar dehşete düşmüşlerdi. Boğazların kapatılması ticari işlerine büyük sekte vururken, şimdi de sosyal yaşamları tehlikeye düşmüştü: Asırlardan beri sahip oldukları hukuki ve ekonomik özerliklerini kaybediyorlardı. Eğitim kurumlarının da durumu da tehlikeye düşmüştü.”

ABD Elçisi Amerikan okullarının korunması için tüm yeteneklerini ortaya koyar; Enver Paşa’nın evine gider ve ondan okullara dokunulmayacağı sözünü alır. Ancak, Morgenthau pek rahat değildir ve “Robert College’i ziyaret etmenizi istiyorum ve bu ziyareti de kapitülasyonlarla ilgili kararın yürürlüğe gireceği 1 Ekim 1914 tarihinde yapmanızı önerebilir miyim?” der.

Enver Paşa teklifi kabul eder ve bu ziyaret tam Büyükelçi’nin istediği gibi görkemli bir şekilde gerçekleştirilir. Enver Paşa okulda gördüklerinden çok etkilenmiştir. Hatta kardeşini de bu okula göndermek istediğini de söyler.

Ancak, halen ‘tarafsız kalmak’ görüntüsüne rağmen, Osmanlı hükümeti Almanların baskısını daha fazla hissetmekte ve harbe meyletmektedir.

Tarafsızlığı kesinlikle bitiren iki olay, aynı gün 29 Ekim 1914 tarihinde meydana gelir.

Sabah saatlerinde, Osmanlı’nın yönetimindeki bedevi kabileleri, Sina Yarımadası’ndaki İngiliz askerlerine saldırdığı haberleri İstanbul’a ulaşmıştır. Morgenthau, derhal Talat Paşa’nın yanına gider:

Bu harp ilanıdır’ dedim. Talat çok rahat görünüyordu. Bana, Türkiye’nin* Almanlarla yan yana hareket etmeye karar verdiğini ve onlarla ya batacaklarını ya da çıkacaklarını söyledi ve konuşmasını yetersiz Almancasıyla şöyle özetledi: ‘Ich mit die Deutschen’  (Ben Almanlarla beraberim).

Aynı günün akşamı daha vahim haberler gelir. Türk savaş gemileri Odesa Körfezi’ne girerek bazı Rus gemilerini ve bir Fransız gemisini batırmıştır. Daha sonra kıyıları bombalayarak, birçok sanayi tesislerini yıkmışlardır.

“Bu haber Constantinople’a ulaştığında, Bahriye Nazır Cemal Paşa Cercle d’Orient’da oyundaydı. Yaverlerinden biri masaya yaklaşıp haberi verdiğinde yanındakilere, ‘Ben hiçbir şey bilmiyorum bu saldırı için ben emir vermedim’ der.

Akşam geç vakit Talat Paşa’yı görmeye gittim. Onun da hiçbir şeyden haberi yoktu ve tüm sorumluluğun Alman Amirali Souchon’a ait olduğunu söyler.”

ABD Büyükelçisi, Cemal ve Talat Paşaların gerçeği ifade ettiklerinden emin değildir.

“Ancak Sadrazam Said Halim Paşa şaşkınlığını gizleyemiyordu. Hele İngiliz ve Fransız Elçilerini karşısında görünce yaşlarını tutamadı ve ağlamaya başladı. Ayrılmamaları için yalvararak, durumun mutlaka düzeltilebileceğini söyledi.”

Ertesi gün, Morgenthau Talat Paşa’dan bir mesaj alır. Ondan, Rus Büyükelçisi ile görüşerek, ülkeden ayrılmaması için tatmin edici tedbirlerin alınabileceğini ve hatta Rusya’ya tazminat ödemeye de razı olabileceklerini iletmesini söyler.

“Bay Giers’i (Rus Büyükelçisi) görmeye gittim. Hiç bir şekilde kararını değiştirmeye razı değildi. Ama başkentten fazla uzaklaşmayacağını, Sofya’ya gideceğini ve orada Osmanlı hükümetinin kararını bekleyeceğini söyledi; ama şartları da çok açıktı: Türkiye, deniz kuvvetleri ve kara kuvvetlerinde bulundurduğu tüm Alman subayları sınır dışı etmelidir.

Talat Paşa aynı gün öğleden sonra beni görmeye gelir. Rus Elçisi’nden bu şartları yazılı olarak hükümete verilmesini ister. Bu arada Alman Büyükelçisi ile öğle yemeğinde beraber olduklarını ağzından kaçırır.”

Morgenthau her şeyi anlamıştır. Çok kızar ve Talat Paşa’ya, “Artık maskeleriniz düştü

Lütfen bana karşı dürüst olun ve kararınızı açıklayın. Talat Paşa güldü ve ‘Waghenheim Enver ve ben harbe girmeye karar verdik’ dedi.”

Artık ipler kopmuştur. ABD Büyükelçisi sadece İngiliz ve Fransız vatandaşlarının salimen sınır dışına çıkarılmasına nezaret etmeye başlar. Hükümet ile görüşmeleri sadece bu formalitelerle ilgilidir.

Aradan altı gün geçer; İngiltere, Fransa ve Rusya, Osmanlı’ya 5 Kasım 1914 tarihi itibariyle harp ilan ettiklerini resmen açıklarlar.

Sonucu hepimiz biliyoruz.

Büyüklük kompleksi, kontrolsüz güç, aşırı hırs, basiretsiz ve yeteneksiz bir dış siyaset, çok kısa zamanda maalesef, yüz binlerce insanımızın kaybına ve koca imparatorluğun yıkılmasına yol açmıştı.

 

* Morgenthau, kitabında sık sık Osmanlı Devleti yerine Türkiye, Osmanlı halkı yerine Türkler kelimelerini kullanmaktadır.