İnsanoğlu balık hafızalıdır derler. Eğer aşırı kindar değilse, başından geçenleri ya da tanık olduklarını çabucak unutur. Özellikle de kendisine yapılan iyilikleri. Ama laşon ara (kötü konuşma) denen illet, kökeninde olan insan/lar unutsa bile, yıllarca zarar vermeye devam eder.
Sevdiğim bir kuzinim var. Küçükken, o zaman da sevdiğimizden olsa gerek, evimizden gitmesin diye kız kardeşimle birlikte bacaklarını bir iple bağlamış, hadi şimdi git bakalım demişiz. Çocukça bir hareket, değil mi? Aradan en az kırk sene geçmiş olmalı, her gördüğünde “Sen çok iyi bir kızsın ama küçükken kardeşinle bacaklarımı bağlamıştınız” demekten kendini alıkoyamaz. Eminim birçok kişi beni kendinden küçük çocukların bacaklarını bağlayan büyük kuzen olarak biliyordur. Aynı şekilde eğer biri size ortak bir tanıdığınız hakkında örneğin “küçükken annesinin cüzdanından para çalar, çikolata alırdı” dese, o kişiyle ne zaman karşılaşsanız, aklınıza para çaldığı gelir. İnsanoğlunun garip bir huyudur bu, insanları bir şekilde damgalamakta üzerine yoktur. Derste kimin kopya çektiği, o dönemde kimin kimle flört ettiği, o ‘çok tabu’ el tutuşma işini kiminle yaptığı, kimle nişanlanıp ayrıldığı gibi artık hiç önemi kalmamış olaylar, nedense insan belleğinde silinmemecesine yer eder. Siz iyi isim sahibi insan olmaya gayret etseniz bile, geçmiş, laşon ara denen bela yüzünden bir şekilde sizi takip eder. Küçük yaşlarda büyüklerinin konuşmalarını dinlemeye meraklı olan herkes, başkaları hakkında kendisini hiç ilgilendirmeyen ‘lezzetli’ bazı ayrıntıları bilir ve zamanı geldiğinde paylaşmaktan çekinmez.
Peki, insanlar niye kendisine yapılan iyilikleri uzun süre boyunca başkalarına anlatmaz? Çünkü minnettarlık bir yüktür ve her yük gibi silkinip atılmaya mahkûmdur.
Eşimle birlikte internetten hitabeti keyifli, bilgisi engin rabilerin konuşmalarını dinlediğimizi daha önce de yazmıştım. Bugünlerde Rabi Yoser (Yossi) Mizrachi’yi takip ediyoruz. İngilizce bilen internet kullanıcılarının, genç ve dinamik Rabi Yossi’yi izlemesini hararetle öneririm.
Şimdi paylaşacağım, gerçekten geçmiş, hakiki bir olay. Yeruşalayim’de adamın birinin babasından kalan, antik dönemlere ait altın bir sikkesi varmış. Bu sikke, onun gelecekle ilgili garantisiymiş; çocuklarını evlendirecek, hepsine ev alacak, döşeyecek ve kendi yaşlılığını de teminat almaya yetecek kadar değerliymiş.
Adam günün birinde karısıyla bir iki günlük kısa bir tatile çıkmaya karar vermiş, çocuklarını bir bakıcıya bırakmış ve gitmiş. Döndüğünde, ilk işi altın sikkeyi kontrol etmek olmuş ama ne görsün? Sikkenin yerinde yeller esiyor. Hemen çocuklarına sormuş, orada duran parayı ne yaptınız diye. Çocuklar, canlarının şeker çektiğini, başka para bulamadıklarını, sonra akıllarına babalarının gizlediği paranın geldiğini ve o para ile marketten şeker aldıklarını söylemiş. Adam derhal marketin yolunu tutup, sahibini sıkıştırmış. Market sahibi çocukların geldiğini kabul etmiş. Ellerinde bir şekel varmış. İstedikleri şekerler bir ‘şekel’den fazla tutuyormuş. Üstü benden olsun demiş, şekerleri vermiş ve çocukları yollamış. Yalan söylüyorsun diye atılmış adam. Çocukların elinde bir şekel değil, altın bir sikke vardı. Ben sikke filan görmedim demiş market sahibi. Bu arada dükkândaki müşteriler de olaya karışmış. Vay, sen misin küçücük çocukları kandıran! Seni hırsız, seni dolandırıcı!
Ne yazık ki yapacak bir şey yokmuş. Sikke sahibi kaderine razı olmuş ama insanlar artık o marketten ayaklarını kesmiş, tabii market sahibinin iflas etmesi kaçınılmaz hale gelmiş. Dükkânı kapatıp oradan taşınmış.
Aradan on beş sene geçmiş ve bir gün adamın kapısı çalınmış. Karşısında hiç tanımadığı biri varmış. Elinde ise... Tahmin edin sevgili okurlar... Altın sikke. “Kaybolmuş eşyayı iade etme mitsva’sını (emrini) yerine getirmeye geldim” demiş ziyaretçi ve anlatmaya koyulmuş. Bir gün yolda giderken, ellerinde altın bir sikke tutan birkaç çocuk görmüş ve çocukların, aynı zamanda da babalarının, o sikkenin değeri hakkında hiçbir şey bilmediğini düşünmüş. Oysa kendisi, çocukların elinde birkaç milyon dolarlık bir servet bulunduğunun farkındaymış. Çocuklara yaklaşmış, o para ile ne yapacaklarını, şeker almak için aslında kaç şekele ihtiyaçları olduğunu sormuş, onlara bir şekel vermiş ve altın sikkeyi almış. Sonra ver elini banka. Sikkeyi teminat olarak göstererek devasa işlere girişmiş, muazzam paralar kazanmış, çocuklarını evlendirmiş, hepsine evler alıp döşemiş, kendi yaşlılığını da garanti altına aldıktan sonra bankadan teminatı geri almış ve sikkeyi sahibine geri vermek üzere Yeruşalayim’in yolunu tutmuş.
Bu olayda kim suçlu, sevgili okurlar? Yahudi Kanunu’na göre faiz almak yasaktır. Sikkenin sahibi, onu alan adamdan sikkeyi kullandığı için faiz alamaz. Üstelik aradan geçen zaman zarfında, sikke daha da değerlendi. Sikkeyi alan adam, onu bulmuş sayılıyor, sahibine iade ettiğine göre mesele yok. Market sahibi deseniz, tamamen suçsuz. Cennette tsadik’lerin (dürüstlerin) arasındaki yeri garanti. Suçsuz olduğu halde büyük haksızlığa uğradı.
Suçlu, Yeruşalayim halkı. Bilip bilmeden olaya burnunu soktuğu ve laşon ara yaparak suçsuz bir adamın işinden, gücünden ve yerinden olmasına sebep olduğu için. Tekrar hatırlatıyorum, bu gerçek bir olay.
Gözümüzle gördüğümüzde bile inanmamamız gereken (çünkü görüntü her zaman gerçekleri yansıtmaz) olayları hiçbir zaman başkalarına anlatmamalı ve kimsenin adını kirletmemeye özel önem göstermeliyiz.
Sözlerimiz hep temiz olsun, sevgili okurlar.