Ben seni bırakıp gider miyim?
Bu soru cümlesi Özcan Sabancı’nın anılarının derlendiği kitabın adı. Anılarla Özcan Sabancı, Duygu Demirdağ’ın kaleminden, danışmanlığını Can Dündar’ın yaptığı bir kitap… İlk kez bu kadar merak ederek uzandım bir kitaba, çünkü Özcan Sabancı’yı hiç tanımıyordum. Yüzünü sadece cemiyet haberleri veren yayın organlarından biliyordum. Sabancı ailesi, topluma mal olmuş büyük bir aileydi elbette ama aile olmanın kendi mahremiyeti içinde yaşıyordu doğal olarak. Büyük bir ailenin gelini olmak, nasıl bir roldü, neden anılarını yazmak istemişti ve en önemlisi de kitabın adı neden bir soru cümlesiydi? Kitabı bu basit merakla aldığımı ve sonra da bu basit meraktan utandığımı söyleyebilirim.
Bir kadının, bir evladın, eşin, annenin, anneanne ve babaannenin, bir dostun ama her şeyden önemlisi gerçek bir eşin hikâyesini samimi, yalın, içten ve olduğu gibi okuduktan sonra, her insanın hikâyesinin farklı derinliklere, özelliklere, hüzünlere, acılara ve güzelliklere sahip olduğunu yeniden hatırladım.
Özcan Hanım, bir mektup yazdığını varsayarak başlamış anlatmaya… Yılda iki kez o da ancak bayramlarda beşer dakika gördüğü amcaoğluyla evliliğiyle başlayan, hayatı bir peri masalına dönen; ama bu masalın içinde hiç kaybolmamış, kendini hiç kaybetmemiş, hayata -başına ne gelirse gelsin- sıkı sıkı tutunmuş, elini her zaman sadece yakınındakilere değil uzağındakilere de uzatmayı bilmiş bir hanımefendinin uzun bir mektubu bu kitap…
Kadın olarak, anne olmayı düşleyen biri olarak, yakın dostluğun ne demek olduğunun bilinciyle, aile bağlarının gücüne olan inancımla kitabın kapağıyla beraber zarfı da açtım ve okumaya başladım mektubu…
Adana’da başlayan ve bugünlere gelen bir aşk ve aile hikâyesinin, zaman zaman geniş caddelerinde, zaman zaman da dar sokaklarında yürüdüm onunla. Anlatımındaki sıcak hava, salonlarında onunla oturmamı, hastanede Hacı Bey’in başında beklememi, torunlarının bebekliklerini hayal edip onları sevmemi sağladı. Kocaman ve başarılarla dolu bir geçmişe sahip ailelerin güçlü kadınların omuzlarında nasıl yükseldiğini gördüm.
Yaşam hikâyeleri konusunda aynı cümleleri sarf etmekten hiç bıkmayacağım galiba, her hayat, bir kitap… Herkesin hayatından kendimize çıkaracağımız paylar, alacağımız örnekler var.
Asıl önemli olan bu hayatların sahiplerinin, o hayatın kapılarını bize açma nezaketini göstermiş olmaları... Anı derlemeleri, hayatların gizli bahçelerinde dolaşmamız için bize yazılmış izin kâğıtları…
Özcan Sabancı da bu izni size verirken adeta elini uzatıyor, o eli tutuyorsunuz, sonra o geniş bahçede onunla beraber yürümeye başlıyorsunuz. Korkamadan, çekinmeden dolaşıyorsunuz yanında. Adana’yı, oradaki evleri, ailenin yaşadıklarını, nişan törenini, düğününü, seyahatlerini, doğumlarını, hayata bakışını, ondan beklediklerini anlatıyor size… Merak ettiğiniz ne varsa siz satırlara sormadan çıkıyor karşınıza…
Oğlu Mehmet’in kaybıyla yaşadığı derin, sonsuz ve bitmez acısına rağmen ayakta kalan, eşinin sevgi ve saygı dolu hatırasıyla, çocukları ve torunlarıyla hayatın değerinin farkına varan bu hanımefendiyi artık tanıdığımı düşünüyorum.
Özcan Sabancı, kitabının tüm gelirini Yaratıcı Çocuklar Derneği ile Minik Kalplerle El Ele Derneği’ne bağışlıyor. Kitapta birbirinden güzel fotoğraflar ve hem aileden hem de dostlardan gelen sıcacık notlar da var.
Kitabın adına gelince…
Birbirinden hiçbir zaman ayrılmamış Özcan ve Hacı Sabancı…
Çocuklar kar tatiline gitmek isteyip de Hacı Bey, gidemem, işlerim var deyince Özcan Hanım, ben götüreyim, diyerek teklifte bulunmuş Hacı Bey’e.
O da tek cümle söyleyerek kararı Özcan Hanım’a bırakmış:
Ben seni bırakıp gider miyim?