Bazen hayat üzerinize ağırlığınızın birkaç katı kadar gelir, “Bu da geçer” dersiniz. Geçer geçmesine de sonra yeni bir dalga gelir, belki de geçmiştekilerden daha sert bir şekilde. Kuvvetle muhtemel o da geçer. Her geçişte aslında eksilirsiniz. Sonra da o meşum soruyu sorarsınız kendinize: “Gitmeli miyim buralardan”a takılıp kalırsınız.
Bazen hayat üzerinize ağırlığınızın birkaç katı kadar gelir, “Bu da geçer” dersiniz. Geçer geçmesine de sonra yeni bir dalga gelir, belki de geçmiştekilerden daha sert bir şekilde gelir. Kuvvetle muhtemel o da geçer. Her geçişte aslında eksilirsiniz. Direnme gücünüzün arttığı yanılsamasına da kapılırsınız. Nietzsche’nin o ünlü sözüne dayanarak, öldürmeyen gücün sizi daha da güçlendirdiğini sanırsınız. Oysaki zihnimiz her hücumda orantısal olarak dumura uğrar. Yeni bir ‘kötülüğün’ ne zaman geleceğine odaklanır. Sıkılırsınız iyice hayattan, yaptığınız veya başardığınız güzelliklere rağmen. Zira beklentilerinizin aksine ‘öteki’nin, çevrenizin ve sizi yönetenlerin söz ve davranışları kendinizde daha büyük hayal kırıklıkları yarattığına tanık olur zihniniz. İnsanın yaradılışından beri süregelen ‘defo’larının neden evrime uğramayıp düzelemediğini ve şimdi de teknolojinin de yardımıyla oklarını size doğru nasıl da daha sık ve süratli fırlattıklarını gözlemlersiniz.
Sevgisizliğin, benmerkezciliğin, çıkara dayalı sözde ilişkilerin parlak ışıklarıyla nasıl da benliğinizde onarılmaz yaralar açtığını fark edersiniz. Kimilerinin, kötülüklerini uygulamak için nasıl da gücü kullandıklarını, araçlarını da sizi yanıltarak aslında nasıl da üzerinize doğru yolladıklarını da hayret ve şaşkınlıkla izlersiniz. Bir devlet yöneticisinin açık açık antisemit söyleminin karşısında nereye koşuşturacağınızı düşünürsünüz.
Sonra da o meşum soruyu sorarsınız gittikçe artan sıklıkla, “Gitmeliyim mi buralardan”ı habire getirirsiniz aklınıza, takıntılı zihin egzersizi yaparcasına...
Ama Allah’tan zaman denilen bir plasebo var. Sizi iyileştirdiği sanısına kaptırıp yürümenize devam ettirince nefes almaya başlarsınız bir nebze de olsa, yeni bir plasebo ihtiyacı sürecine kadar. Allah’tan başka yalancı ilaçlar da var. Bazen duyduğunuz veya hissettiğiniz sevgi sözcükleri var veya yıllar önce müziğiyle ruhunuzu uçuran eski bir grubun sizi her daim desteklediğine inandıracak şekilde çok yıllar sonra çıkardığı yeni albümler var. Unutulmadığınızı kanıtlarcasına, sadece müzikle iletişim kurduğunuz bu vefalı dostlar var. Veya dahi bir yönetmenin iyice popülistleşen ve lümpenleşen sanata ‘hayır’ dercesine sizi ‘başka yerlere’ götürebilecek beyaz perde eserleri var...
Evet, üstelik öyle bir film var bugünlerde. Cep telefonunuzu sonsuz sessizlikte bırakarak tam üç saat beyninizi canlı hayattan çekecek parlaklıkta bir sanal hayat eseri var sinemalarda. Üstelik film, tam da yeni bir dünya, yepyeni bir hayat arayışının kodlarıyla uğraşıyor. Kendi bencilliğimizle, hoyratlığımızla, saldırganlığımızla, bitmez tükenmez yıkıcı tutkularımızla zarar verdiğimiz dünyadan kaçmak ve yeni bir yaşam alanı bulmak isteyen insanların arayış mücadelesi ile ilgili, fizik kurallarına azami saygı gösteren görkemli bir kurgu-bilim filminden bahsediyorum. Dahi Yönetmen Christopher Nolan’ın, ‘Yıldızlararası / Interstellar’ eserinden söz ediyorum.
Uzay programı olmayan ama buna mukabil devasa bina dikmenin büyüklük simgesi olduğu sanısına kapılan bir ülkenin evladı olmanın kaderini hissettirerek anlık canlı hayata döndürüp ama hemen akabinde yine konusuna daldırtan çok özel bir beyaz perde romansından söz ediyorum. Bir film düşleyin ki, sizi hem retoriği, hem replikleri, hem müziği, hem görüntüleri ama her şeyden önce genel felsefesi ile sizi hayattan kopartacak bir gizemli güce sahip olsun.
Bu dünyanın çürümüşlüğü gerçeğini anlatıp insanoğlunun en temel güdülerinden olan yaşama tutunmayı hatırlatan ve en önemlisi zaman ve mekân tanımayan, bu boyutları ışık hızıyla geçebilecek yegâne insani dürtünün sevgi olduğunu anlatmak isteyen bir film. Sevgisizliğin, merhametsizliğin hükümdar olduğu bir post-modern hayatta insanoğlunu kurtaracak olanın sevgiden başka bir güç olamayacağını söylemeye çalışan bir eser.
Sevgi tüm kötülüklerin panzehri olabilir mi? Kara delikleri de aşabilecek tek gücün peşinde koşmak gerektiğini, şu hayatı anlamlı ve yaşanılabilir kılacak tek gerçeğin sevgi olduğunu hesaba katmak gerek.
Belki, o zaman çirkin insanın yarattığı karanlıklar dünyasının sizi aşağıya çekmesine izin çıkmayacak.
İşte ancak o zaman eşkıya dünyaya hükümdar olamayacak.
Hayal gerçekleşene kadar plasebolarınıza sahip çıkın.