Yahudi etiği (musar) konusuna hayranım sevgili okurlar. Eşim bununla ilgili birkaç internet sitesine üye, ben de her fırsatta rabilerin cevaplarını okumayı çok eğitici buluyorum.
En son rast geldiğim soru ve cevabı sizlerle paylaşmak istiyorum. Adamın biri ödemenin önceden yapıldığı self servis bir kafeteryaya gidiyor ve bir bardak su parası ödüyor. Ne var ki, içeceklerin alındığı makinede yanlış düğmeye basıyor ve su yerine limonata alıyor. Olayın gerçekleştiği ülkede, altmış beş yaşın üzerindeki vatandaşlar belli bir indirime hak kazanıyor ve adam, bu hususu belirtmeyi unuttuğunu da fark ediyor. Başka bir deyişle, yaşı dolayısıyla alacağı indirim, su ile limonata arasındaki fiyat farkını sıfırlıyor. Soru şu: Adam, kasaya gidip bütün meseleyi anlatmalı ve limonata parasını ödemeli mi, yoksa olmamış sayıp unutmalı mı?
Önce size sorayım sevgili okurlar. Kafeteryanın uğradığı bir kayıp yok. Yaş dolayısıyla yapacağı indirim, iki ürün arasındaki fiyat farkını karşılıyor.
Soruya Rabi Belsky adlı bir haham cevap veriyor ve aklımız hiç gelmeyen bir noktaya dikkat çekiyor. Rabbi Belsky’nin yanıtını aynen tercüme ediyorum: “Olayı kesinlikle unutmalısınız! Restoran sahibine gidip ona yaptığınız bütün hataları itiraf etmenize gerek yok. Kimi ne ilgilendirir? Sizin yapmanız gereken şey, onun alması gereken parayı tam olarak tahsil etmesini sağlamaktır. Aklınızdan geçenleri ve üst üste yaptığınız hataları bilmek zorunda mı?
Bütün ayrıntıları söylemeniz, kafasının karışmasına neden olacaktır. Kuşkulanacak ve olayın sık tekrarlandığını sanacak, yalan söylediğinizi düşünmeye başlayacaktır. Buna hiç gerek yok. Borcunuz olmadığına göre, meseleyi unutun gitsin.”
Bazen gereğinden fazla konuşma eğilimine gireriz, sevgili okurlar. Ve sonuçta kendi kendimize laşon ara yaparız. Rabi Belsky’nin kastettiği de aynen bu. Su alacaktım, onun yerine limonata aldım. İndirim almalıydım ama belirtmeyi unuttum. Alt tarafı alacağın bir bardak su, kaç hata yaptın! Sen kim bilir daha neleri karıştırıyorsun da söylemiyorsun!
İşin kötüsü, yalnız hatalarımızı söylemekle kalmayız. An gelir, kendimizi öyle çaresiz hissederiz ki, karşımızdakine bütün karakter eleştirimizi bile sıralarız. Burada mahremiyet duygumuz mutlaka devreye girmeli. Başkaları hakkında laşon ara yapmak ne kadar kötü ve yasaksa, aynısı kendimiz için de ge
çerlidir. Son yazımda, insanların bazı şeyleri nasıl unutmadığını ele almıştım. Bir yalnızlık ve zafiyet anında itiraf ettiklerimizin, hayatımızı etkilemesine izin vermemeliyiz. Açıkçası, dilini ancak annemiz ya da çok çok yakınımız (o da nadiren) tutmasını becerir. Dedikodu insana çok lezzetli gelir ve tadını paylaşmadan edemez. Ne demişler? “Sırrını en iyi arkadaşına açma, onun da en iyi arkadaşı vardır.”
Tuhaf çalışan bir belleğim var. Seneler öncesine ait sırları, iş arkadaşlarımdan kimin, eşini kimle aldattığını, kimin çalıp çırptığını gereksiz bir şekilde hatırlarım. Ne kadar gereksiz, değil mi? Ama bu durumdaki tek insan ben değilim. Hafızası benimkinden de kuvvetli bir sürü kişi var.
Yahudilikte itiraf neden sadece Aşem’e yapılıyor? Neden Hıristiyanlıktaki gibi günah çıkarılacak bir kişi ya da makam yok? Sanırım aynı nedenden ötürü. Kimsenin bilmediğini Aşem zaten bilir.
Daha önce de yazmıştım, Cuma akşamı Şabat mumlarını yaktıktan sonra sessiz bir köşeye çekilir, haftalık meditasyonumu yaparım. Aşem ile baş başa kalır, onunla âdeta dertleşirim. Hata ve kabahatlerimi Ona itiraf ederim. Beni dinler ve bazen cevap verdiği de olur. Sahip olduklarım için O’na şükrederim. Bir eksiğim aklıma gelmez. Oysa başkalarına göre kim bilir ne eksiklerim vardır. Aşem’in, bana ihtiyacım olan her şeyi verdiğine inanan bir kişiyim. Bu, baktığımız açıya göre iyi de olabilir, kötü de. Ama önemli olan bizim baktığımız ‘dar açı’ değil, Aşem’in sonsuz görüşüdür.
En iyi dostunuz, sırdaşınız hep Aşem olsun sevgili okurlar.