Bir duyuru ile yazıma başlıyorum:
“Son zamanlarda sanatımıza karşı berberler tarafından yürütülen haksız rekabet ve yaratılan engellemeler karşısında tüm sanatkâr kuaför arkadaşlarımız belirsiz bir süre için işi bırakma eylemine girişeceklerdir. Tüm müşterilerimizin dikkatine ve bilgisine sunarız.”
Hanımlar, dikkat! Önümüzdeki günlerde davet mi, düğün mü, kokteyl mi veya yılbaşı balosunu mu planlıyorsunuz? Unutun! Kuaförünüz size gelmeyecek ve kuaförünüzün salonu kapalı olacak.
Şaka, şaka, şaka! Rahatlayın.
Ama yukarıdaki duyuru gerçek, ancak 250 yıl kadar evvel Paris’te duvarlara asılmış.
Nitekim “aydınlanma çağı” diye nitelendirdiğimiz,18. asırda tüm Avrupa’nın önemli şehirlerinde ve bilhassa Paris’te sosyal hayat inanılması güç bir hareketlilik ve çeşitlilik kazanmıştı. Ticaretin gelişmesiyle zengin bir burjua sınıfı doğmuş ve bu sınıfa mensup kişiler her yönüyle asilleri taklit etmeye başlamışlardı. Dolayısıyla, kültürel faaliyetlere yepyeni ve geniş bir talep ortaya çıkmıştı.
Tiyatrolar, konser salonları, çeşitli etkinliklerin sergilendiği alanlar yayılmaya başlamış, aynı zamanda bazı asiller ve zengin burjuvalar, sırf kendilerini göstermek için, salonlarını ilmi tartışmalara açmışlardı.
Tüm bu faaliyetlerin merkezinde kadınlar vardı.
İşte kuaförler o andan itibaren muazzam bir ihtiyaç haline gelmişlerdi. O kadar ki kısa zamanda bazıları ünlenmişler, el üstünde tutulmuşlar ve esaslı gelir sahibi olmaya başlamışlardı.
Erkek berberleri bu duruma kayıtsız kalmadılar. Ve bu pazarın hiç değilse bir kısmını kapmak için bazı girişimlerde bulunarak, kadınların saçlarını kısmen de olsa düzenleme hakkını talep ederek, Paris Belediye Başkanlığı’na başvurdular. Belediye, berberlere de bu yönde bazı haklar vermeye yeltenince kıyamet koptu.
Kuaförler derhal berberlere sağlanan hakların kaldırılmasını istediler ama istekleri kabul edilmedi. Bunun üzerine yazıya başlarken belirttiğim mealde bir duyuru sokaklara astılar ve işi bırakma eylemine başladılar.
Ortalık birdenbire karıştı. O yıllarda yaşamış bir kişi bakın nasıl hayıflanıyor:
“Sosyetede yaşadığımız kargaşayı tarif edemem: Balolar iptal ediliyor, resmi toplantılar erteleniyor… Gösteriler iptal edildi çünkü localar boş. Bazı aileler ise perişan; sırf kadınların saçları yüzünden nişanlar, dini nikâh törenleri yapılamıyor.”
Özetle, kadınlar çaresiz; kocalarına baskı yaparak bu durumun düzeltilmesi için tüm imkânlarını kullanmalarını isterler. Ancak Paris Belediye Başkanı’na söz geçirecek bir tek kişi vardır. O da dönemin kralı 15. Louis’dir. Onu da ikna edecek bir tek kadın vardır: ‘resmî metresi’ Madame de Pompadour. Fakat bu hanımı da etkileyecek tek insan da şahsi kuaförüdür.
Kuaförler sendikası ve saraya yakın kişiler, biraz tehdit biraz vaatle Madame de Pompadour’un şahsi kuaförünü ikna ederler. Bu yoldan mesele 15.Louis’nin önüne gelir. Kral, Paris Belediye Başkanı’nı çağırır ve hayrettir, emir vermez; onunla bir uzlaşma yolu arar.
Neticede berberler, kadınlarla direkt olarak temasa geçmemeyi kabullenirler, buna karşılık peruklarını düzenleme hakkını alırlar.
Problem bu şekilde çözülmüştür. Ancak bu olay öyle bir travma yaratmıştır ki, o günden itibaren kimse kuaförlerle en ufak bir tartışmaya bile giremez olmuş. Kuaförler artık asillerden sonra gelen en üstün sınıf haline dönüşmüştür.
Kendilerini beğenmişlik ve kaprisleri sınırsızdır. Bir ara kuaförlere, ‘akademisyen’ unvanının verilmesini de isterler; zar zor bundan vazgeçerler, ancak bundan böyle de
‘sanatkâr’ olarak anılacaklardır.
Hatta bazı kişiler onları sanatın zirvesindeki kişiler olarak tarif edeceklerdir.
O günleri yaşamış olan, gazeteci ve avukat, Simon-Nicolas-Henri Linguet bakın yıllığında neler yazmış1
“Resim ve heykelden daha üstün bir sanat dalı vardır o da kuaförlük sanatıdır. Ellerine aldıkları uzun saç tellerine çeşitli şekiller vererek onları kadınların güzelliğine güzellik katmak, hanımların karakterlerine uygun düzenlemek, katılacakları sosyal faaliyetlere uygun hale sokmak, özetle kişiliklerini adeta taçlandırmak, sanattan öte bir yetenek ister.”
“Heykeltıraş, cansız bir madde üzerinde çalışır… Kuaför ise canlı bir materyele şekil vermek zorundadır.”
“Heykeltıraş eserini bitirdikten sonra, o eser sonsuza kadar yaşar. Hâlbuki saç modelinin ömrü bir veya iki gündür. Kuaför yeniden işe koyulduğunda yepyeni bir eser yaratmak zorundadır. Yani sürekli olarak kendini yenilemeden, yaratmadan yeni tasarımlar bulmadan ününü ve yaşamını sürdüremez.”
Kuaförlere övgüleri, sayfalarca, böylesine sürüp gidiyor ve şöyle sona eriyor:
“Bazı filozoflar ‘güzelliği’ dünyaya hakim Kraliçe diye tarif ederler. Eğer bu deyim doğru ise kuaförler de Kraliçenin Başbakanlarıdır”
Böylesine iltifata mazhar olan başka bir meslek biliyor musunuz?
Eh, hanımlar! Kıssadan hisseyi çıkarmak artık size kalmış.
1 Simon-Nicholas-Henri Linguet (1736-1794) Annales Politiques Civiles et Litteraires adlı dergilerinden. Bu dergiler daha sonra bir araya getirilerek 12 ciltlik bir eser halinde yayınlandı.